BÖLÜM 8

148 121 5
                                    


   Ne diyordu o meşhur filmdeki replik "Bana kalırsa hayat yanlış zamanda yanlış yerde olmaktan oluşur." Hepimizin olmaması gereken yerler, söylememesi gereken sözler var hayatımızda. Bu yerlerden uzak durmaya çalışıp ağzımıza yanlış kelimeler almamaya özen gösteririz. O zamanlar her şey çok iyi gidiyordur. Ama ne zaman ki işler ters gitse o zaman "tecrübe oldu, ders aldık, kaderin cilvesi"  gibi dilimize yer edinmiş bazı soyut kavramlara atarız suçu. Kendimizde bir sorun görmeyiz. İşte benimde iyi niyetle çıktığım yolda başıma beklenmedik berbat bir olay geldi. Sevdiğim bir insanı kurtaracağım derken, kendimde onunla beraber batmış oldum.

   O lanet günün üzerinden iki gün geçti ve ben iki gündür kendimle savaş ediyorum resmen. Mert'in doktor kadına yalvar yakar, bana birşey olmaması adına, beni o hastaneden çıkarmasıyla kendimi eve gelip odaya kapattım. Mert o doktorla daha önceden tanışıyormuş sanırım. Normalde bu durum adlı bir vakaya dönüşmeliydi, ama Mert nasıl başardı bilmiyorum beni oradan sorunsuz bir şekilde çıkarıp eve getirdi. İki gündür odadan mecbur kalmadıkça adım atmıyorum. Evde birileri birşey anlayacak diye ödüm patlıyor diyebilirim. Titremeler, mide ağrıları, halsizlik. Hele şu güzelim bahar havasında ben üşüyorum. Neyse ki okulun son dönemlerine yaklaştığımız için devamsızlıklar görmezden geliyordu da, bir de bu halde okula gitmem gerekmiyordu. Fakat ne kadar süreceğini bilmediğim bir süreç var önümde. Üç gün ya da üç ay. Hayatımın en önemli sınavına dört haftam kalmışken içinde bulunduğum durumda daha farklı bir sınav veriyorum. Bu belirsiz süreci odaya kapanarak geçirmemem gerektiğini de biliyorum. Çünkü daha fazla dikkat çeker bu durum.

   Keşke içinde bulunduğum bu durumu babama anlatabilseydim. Beni biraz olsun anlayacağına inansam gerekirse yalvarır bu durumdan kendimi ve Mert'i kurtarabilirdim. Fakat eminim ki beni anlamak şöyle dursun, suçlamayı tercih eder kendisi. Göz önünde olmamam lazım benim. Annemin Polonezköy'deki evine gitsem bir süre en azından. Hem kafa dinlemek içinde birebir. Ama hangi bahaneyle.

   Şimdi hiç birşey yaşamamışım gibi, hiçbir şeyim yokmuş gibi akşam yemeğine dahil olmam gerekiyor. Aynada kendime bakma ihtiyacı hissettim. Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm görüntü beni ne kadar mutsuz etse de kendimde bir değişiklik oluyor mu merak ediyordum. Ve aynada baktığım kendime ben bile acıdım. Ölmeyi unutmuş ceset gibiyim. Gözlerimde ben buradayım diye bağıran koyu halkalar yerli yerindeydi. Bu şekilde yemeğe inemezdim. O yüzden önce yüzümü yıkayıp kuruladım. Daha sonra da yüzümdeki kötü görüntüyü kapatmak adına hafif bir makyaj yaptım. Şimdi daha iyi görünüyordum, kimseyle göz teması kurmazsam tabi. Hemen odadan çıktım ve yemeğe indim.

   Kapıdan içeri girdiğim anda Ezgi normalde benim oturduğum sandalyede oturmuş yemek yiyordu. "Afiyet olsun" dedim biraz ima, biraz sorgu dolu bir ses tonuyla. Bu Ezgi denen kadın sandığımdan erken yerleşti evimize. Yatmadan yatmaya kendi evine gidiyor sadece. "Teşekkürler sana da afiyet olsun" dedi Ezgi gülümseyerek. Yerime oturduğu için bende Ada'nın yanına oturdum. Deniz Hanım hemen bir kase annemin yaptığı tel şehriyeli tavuk çorbasını koydu. Küçükken hastalandığım zamanlarda annem özellikle bu çorbayı yapar ve bana kendi elleriyle içirirdi. Gerçekten iyi mi geliyordu yoksa psikolojik olarak mı iyi hissediyordum bilmiyorum, ama ertesi gün daha iyi bir şekilde uyanıyordum. Bu yüzden bildiğimiz şehriyeli tavuk çorbası benim için şifa çorbasıydı. Şu an hasta değildim ama sanki bu çorbaya ihtiyacım varmış gibi hissettim.
"Teşekkür ederim" dedim Deniz Hanım'a dolu gözlerle gülümsemeye çalışarak. Deniz Hanım ise gülümseyerek "Afiyet olsun" dedi ve gitti. Bende yavaş yavaş çorbamı yudumlamaya başlamıştım.

   "Güneş'ciğim hastaymışsın sanırım. Şimdi nasılsın, daha iyi misin?" diye sordu Ezgi. Yine babamın sorması gereken bir soruyu bir başkasının sorduğu bir andaydık.

DÖNME DOLAP Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin