Yüzümde hissettiğim sıcak ıslaklıkla gözlerimi araladım.
Yarı kapalı gözlerimle Burak'a baktım.
Arabayı sürerken dolan gözlerini tişörtünün koluna sildi.
Karşımda güçlü durmaya çalışan adama baktım.
Kırılmıştır değil mi?
Babası suçluydu belki de. Sadece hukuken değil belki yıllarca bir çocukla annesini ayırmıştı.
Öyle biri miydi acaba babası? Tanımıyordum ve ne yapmak istediğini bilmiyordum.
'Güçlü dur Burak. Güçlü dur ve yapman gerekeni yap.' dedi usulca akan göz yaşlarının arasından. Birer damlaydı göz yaşları kısaydı kimsenin farkedemeyeceği kadar ama suçluluk barındırıyordu. Vicdan azabı belkide.
Ateş'e kötü davrandığı için belkide bilemiyordum. Anlayamıyordum.
Gözlerini yavaşça bana doğru çevrilirken hızla gözlerimi yumdum.
Kalbim hızla atıyordu. Onu gördüğümü bilmesini istemiyordum.
Burak arabayı durdururken yavaşça gözlerimi araladım ve hiç bir şeyden haberim yokmuş gibi davranmaya çalıştım.
'Geldik prenses.' dedi ve tüm yüzüne yayılan gülümsemesiyle bana baktı.
İyi bir oyuncuydu işte. Onu anlayamıyorum. Anlam veremiyorum. O kadar saçma ki acı çekerken maskenin arkasına saklanmak. Güçlü görünmeye çalışırken tuzla buz olmak. Yardım istememek için acını içine atmak.
Kalbim kırılmıştı bir parça. Benimle konuşmasını isterdim. Bana anlatmasını isterdim. Beni değerli görüp bana güvenmesini.
Yüzüme yerleştirdiğim yapmacık gülümsemeyle Burak'ın bacağından doğruldum. Kapıyı açarak deniz kokusunu içime çektim.
'Hala sahilde miyiz?' dedim etrafı incelerken.
'İstanbul'un sahili .' dedi gülümseyerek.
Arabadan inerek insanlara baktım. Simit yiyenlere, martılara atanlara, koşu yapanlara, köpekleriyle gezenlere, el ele yürüyenlere...
Herkes uyanmıştı. İstanbul uyanmıştı.
Kollarımı birleştirerek yukarı kaldırdım ve parmaklarımın ucunda yükselerek esnedim.
Aniden karnımdan gelen sesle elimi karnıma götürdüm.
Burak gülüşünü eliyle kapatmaya çalışarak 'Hadi gel bir şeyler yiyelim.' dedi.
'Simit alabilir miyiz?' dedim etrafa bakarken. Herkesin elinde simit vardı ve şuan sadece simit istiyordum.
'Pekala.' dedi ve simit satanlara doğru ilerledi.
En yakın banka oturacak iken vazgeçtim ve küçük parkın çimlerine oturdum.
Burak elinde simitle bana doğru geldi ve yanıma oturdu.
'Normal insanlar orada oturuyor.' dedi parmağıyla bankları işaret ederek.
Uzun zaman içinde tuttuğum dil uzatma isteğimi daha fazla bastıramayarak serbest bıraktım.
'Çirkin.' dedi dudak büzerek.
'Beni beğenen böyle beğeniyor.' dedim evde kalmış kızlar gibi.
Burak tek kaşını kaldırarak bana baktı.
'Kabul. Saçmaladım.' dedim gülümseyerek. Kafasını aşağı yukarı salladı.
'Simitimi ver.' dedim avcumu açıp ona doğru uzatarak.
Elindeki simidi bana vererek beni süzdü.
'Neden bir tane aldın? Aç değil misin?' dedim merakla.
Cevap vermeden boş boş baktı.
'Seninle konuşmak çok zor.' dedim ve ağzımı açarak simitten kocaman parça almaya hazırlandım. Simidi tam ağzıma atacakken Burak hızlı davranıp benden önce ısırdı. Üzgünce simide baktım.
'Yiyeceksen neden almadın ki kendine.' dedim ağlamaklı sesimle.
'Bunu hep yapmak istemişimdir.' dedi gözlerini kaçırarak. Cevabı şaşırtmıştı ama benim tek düşündüğüm 'Simidimi bitirdin.' oldu.
'Ne cimriymişsin sen öyle. Hadi bitir kalkalım.' dedi. Gözlerimi devirerek 'Cimri değil. Açım ben.' dedim ve simidin geri kalanını yedim.
Burak yemeğimi bitirene kadar beni izlemişti.
'Kesinlikle benden hoşlanmıyorsun.' dedi önceden önünde yemek yerken bunu söylediği aklıma geldi.
'Hayır sadece çok açım.' dedim.
'Pekala hadi gezimiz başlasın.' dedi.
Burak ayağa kalkarken bende kalkmak için yeltendiğimde yüzümün önünde sallanan ele aptalca baktım.
Burak daha çok dayanamayarak eğildi ve elimden tutup beni kendine doğru çekti.
Sahil boyunca yürümeye başladığımızda Burak elimi tutmaya devam etmişti. Bende direnmeyerek elini tuttum.
'Her şey yoluna girecek.' dedim elini sıkarak.
'Bu konudan uzaklaşmak için buraya geldim. Şuan bunu konuşmak istemiyorum.' dedi denize doğru bakarak.
Ne diyebilirdim ki. Haklıydı. Günümüzü güzel geçirmeliydik değil mi? Kasabaya dönünce yüzleşmemiz gereken şeyler vardı.
Elini sıkarak gülümsedim.
İlerdeki kağıt helva satan adamı görünce hızla elimi çekmeye çalıştım.
Burak ani hareketlerle beni durdurarak gözlerime baktı.
'Nereye gidiyorsun?' dedi hangi duyguyu barındırdığını anlamadığım sesiyle.
'Ben sadece...' dedim ve sustum. Evet sesinin ne ifade ettiğini anlamamıştım ama gözleri korkudan hafifçe büyümüş kaşları havaya kalkmıştı.
Kaybetmeye korkuyordu.
Burak beni kaybetmeye korkuyordu.
Elimi yavaşça çektim ve gülümseyerek Burak'a baktım.
'Kağıt helva yemek ister misin?' dedim. Beni kaybetmeyeceğini bilmesi gerekiyordu. Benim ona bu güveni vermem gerekiyordu.
Kafasını yavaşça aşağı yukarı sallarken bunun evet olduğuna karar verdim ve gülümseyerek.
'Hemen alıp geliyorum.' dedim ve adama doğru hızla yürümeye başladım.
Birden ellerimin arasında Burak'ın elini hissettim.
'Beraber gidelim.' dedi benden tarafa bakmayarak.
Beni şaşırtmıştı. Yani onu ne değiştirmişti. Önceden beni kırmak umrunda değilken sonradan dikkat etmeye başlamıştı. Şimdi ise tamamen korkuyla beni yanında tutuyordu. Kaybetme korkusunu çok iyi bildiğim için elini sıkaca tutarak parmaklarımı parmaklarının arasına kenetledim.
Yaşlı adamın yanına yaklaştığımızda yaşlı adam bize bakarak gülümsedi.
'Hoşgeldiniz gençler.' dedi.
'Merhaba amca. 2 tane kağıt helva alabilir miyiz?' dedim gülümseyerek.
Adam iki tane kağıt helvayı bize doğru uzattığında sağ elimi çektiğimde Burak'ın elimi geri çektiğini farkettim. Sol elimi uzatarak kağıt helvaları aldım. Burak parayı uzatırken sağ elimi tekrar kurtarmaya çalıştım ama başaramadım.
'Burak nasıl yiyeceğim?' dedim.
'Sol elinle.' dedi duygusuz sesiyle.
'Peki nasıl açacağım? ' dedim ısrarla.
Burak eğilerek sol elimde tuttuğum kağıt helvanın birinin köşesini dişlerinin arasına sıkıştırdı.
Şaşkınca ona bakarken 'Hadiiii!' dedi anlamakta zorlandığım sesiyle.
'Ne?' dedim.
'Aç şunu.' dedi.
'Haaa' diyerek eğildim ve diğer köşesini dişlerimin arasına alıp paketi çektim ve kağıt helva yere düştü.
'Aptal elinle açabilirdin!' diye bağırdı.
O an çok mantıklı gelmişti. Kafamı yere eğerken Burak'ın boşta olan eline baktım.
'Sensin aptal. Sende açabilirdin.' diye bağırdım. Eliyle ensesini ovarak kafasını geriye attı.
'Amca bir tane daha verir misin?' dedim ve amcaya çatık kaşlarla baktım.
Adam gülümseyerek paketi açtı ve bana uzattı.
Elimi yine kurtaramazken 'Bırak elimi!' diye bağırdım. Çok bağırmış olmalıyım ki sahildeki herkes durup bizi izliyordu. Garip olansa bazıları kameraya çekiyordu ve sanırım en başından beri.
'Bu eli asla bırakmayacağım prenses! Bugün olmaz.' diye bağırdı. Sinirliydi.
Şaşkınca ona bakarken herkesten kıkırdama sesleri geliyordu.
Sonra bazıları alkışlamaya başlayınca utançtan şuan Burak'ı tekmeleyebilirdim.
'Utançtan ölebilirim.' dedim Burak'ın kulağına doğru.
'Benim yanımda tüm ilginin üzerine çekilmesi gayet normal.' dedi yana doğru kıvrılan dudağıyla.
'Sende bu egodan ölebilirsin.' dedim ve geri çekildim.
Sol elimi uzatarak amcanın kağıt helvasını aldım.
'Elleriniz hiç ayrılmasın çocuklar. Bende sizin yaşlarınızdayken birini çok sevdim. Sıkıca tuttum ellerini.' dedi üzgünce.
'Öldü mü?' dedim ağlamaklı sesimle.
Adam kahkaha atarak parmağıyla ileride çiçek satan kadını işaret etti.
'Hala tutuyorum ellerini.' dedi ve gülümsedi. Diğer paketi adama uzattım ve 'Umarım bizde böyle oluruz. Doğru kişi olduğunu biliyorum ve onu asla bırakmayacağım.' dedim fısıldayarak ve 'Amca bunuda açar mısın?' dedim. Gülümseyerek açtı ve uzattı.
Burak diğer eline aldığı kağıt helvadan kocaman bir ısırık alırken yüzünü buruşturdu.
'Bunun tadı kağıt gibi.' dedi. 'Berbat!' diye bağırdı.
'Saçmalamayı kes. İlerledikçe tadı güzelleşiyor.' dedim ve bende kocaman ısırdım.
Yürürken kadının yanına gittim ve çiçeklere baktım.
'Merhaba teyze.' dedim gülümseyerek.
'Merhaba kızım.' dedi.
'Maşallah pekte güzelmişsin.' dedi ve Burak'a baktı. Gözleri büyürken 'Maşallah, maşallah.' dedi.
Kadının bu haline gülerken Burak'ın hiç ilgilenmediği belliydi.
Birden eğilerek yerdeki çiçekten taçlara baktı. Bende elim kopmasın diye sinirle eğildim.
Eline kırmızı çiçeklerle dizilen tacı alarak bana baktı.
'Hayır kesinlikle kırmızı kadar tutkulu ve çekici değilsin.' dedi. Bağıracak iken eli beyaza gitti ve gülümseyerek 'Ama kesinlikle beyaz kadar saf ve temizsin.' dedi ve tacı saçlarımın arasına koydu.
'Şuan kırmızı oldun.' dedi yana doğru kıvrılan dudakları eğlendiğini belli ediyordu.
Mutluydum. Utanıyordum. Bilemiyorum hissettiğim belirli bir duygu yoktu. Duygu karmaşasıydı herşey.
Eğilerek yanağını öptüm ve yavaşça ayaklanırken yere çuvalladım.
'Aptal.' dedi ve gülümseyerek kalkmama yardım etti.
Gülümseyerek üstümü temizledim. Teyzeye parasını uzatırken gözlerim simitlere kaydı.
'Simit alalım.' dedim yine.
'Olmaz düzgün bir kahvaltı yiyelim şimdi.' dedi.
'Martılara atmak için istiyorum.' dedim dudak büzerek.
'Öyleyse tamam.' dedi ve simitlere doğru yürüdük.
'Adama ne dedin?' diye sordu.
'Hiç.' dedim hızlıca.
'Fısıldayarak birşey dedin.' dedi gözlerini kısarak.
'Yanlış anlamışsın.' dedim gülümsemeye çalışarak.
İkna olmadığına emindim ama uzatmak ister gibi bir hali de yoktu.
El ele simitlere doğru yürürken burukça gülümsedim.
Mutluydum. Evet. Ama kesinlikle huzursuzdum.
Kaybetme korkusu bende de vardı sanırım.
Neden bu kadar korkuyorduk ki? Birbirimizi kaybetmek sandığımızdan daha mı kolaydı?
Ne kadar aşabilirdik ki zorlukları el ele?
Bilmiyorum ve inanmak istemiyorum ama bu elin elimin arasından kayıp gidecek olması düşüncesi beni korkutuyordu. O korkuyla huzursuzlaşıyordum.
Başımı yavaşça çevirdiğimde Burak'ın bana soru sorar gözlerle baktığını henüz farketmiştim. Hızla dönüp ayaklarımın üzerinde yükselerek boşta kalan elimi Burak'ın boynuna doladım.
Burak tepkisizce ayrılmamı beklerken üzgünce geri çekildim.
'Kaybetmekten korkuyorum.' dedim gözlerinin içine bakarak ve Burak'ın önünden yürümeye başladım.
Burak elimi hızla çekerken tökezlemeden ona dönmeyi başardım. Hızla diğer eliyle beni sımsıkı sardı.
Ellerimiz hala kenetliyken dışarıdan nasıl göründüğümüzü merak ettim.
Daha sıkı sararken kafasını boynuma gömdü.
'Bu benide korkutuyor.' dedi. Dakikalarca öyle dururken istediğim tek şey oydu işte. Buradaydı.
İstediğim şey şevkatti. Merhamet. Dostluk. Arkadaşlık. Mutluluk. Huzur. Heyecan.
Çoğunu fazlasıyla veriyordu bana Burak. Huzur ise hiç yoktu. Normal diye geçirdim içimden her dostluk belkide her aşk öyledir heralde. Korku huzurla savaş içindeydi. Bu savaşta pek umrumda değildi. Ben sadece onu istiyordum. Huzuru değil artık. Onunla acı çekmeyede razıydım mutlu olmaya da.
Ben sadece gitmesin istiyorum. Bitmesin istiyorum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Obje
Novela Juvenil'Bunu ondan saklamalıyız.' dedi gözlerimin içine bakarak. Bunu yapmamı nasıl isterdi. Ona söylememiz gerekiyordu. Yinede ben gözlerimi bile kırpmadan 'Peki.' dedim. 'Gülümse hadi. Fotoğrafımızı çekecek.' 'Yapamam. O beni korkutuyor.' dedim. 'Yanınd...