♣ ♣ ♣
Tek derdim, ekru rengi elbiseme bulaşan kırmızı kan rengiydi. Bu elbiseyi Daphne ile birlikte, rastgele girdiğimiz en pahalı mağazanın, VIP reyonundan almıştık ve üzerime giyindiğim anda bana çok yakıştığını söyleyen görevli ile kabinde saatlerce sevişmiştik.
Şimdi ise arkamda duran Alfonso'nun leşinden sıçrayan kan, elbiseme bulaşmıştı. Kan rengi çok koyuydu. Öyle ki bir ressamın paletinden izinsizce sıçramış bir renk gibi üzerimde yer almıştı. Tanrı'm, ben ve elbisem bir tuval değildik.
Neden hep böyle şeyler, benim başıma geliyordu?
Daha önce de belirtmiştim. Silah seslerine epey aşinaydım. Bulunduğum yerde her gün silahlar patlardı ve bana, kendimi savunabilmem için silah talimleri yaptırırlardı. Pekâlâ küçükken bunların, kendimi savunmam için olduğunu ve Mavi gözlü dev bana bir daha dokunursa, namluyu sikine doğrultup onu öldüreceğimi hayal ederdim.
Fakat sonra gerçekleri öğrendim... Silah talimleri, benim kendimi savunmam için değildi.
Onlar istediğinde, pervasız ve son derece kontrollü bir şekilde, birilerini öldürebilmem içindi.
Ne trajedi ama!
Yerimde doğruldum ve kelimenin tam anlamıyla toparlandım. Göz ucuyla kapının eşiğine baktım. Lorénzo'nun eli bile titrememişti. Silahın namlusu ne zaman bana dönecek diye bekledim fakat beklediğim olmadı.
Alfonso'nun leşi ayaklarımın dibine düştüğünde, ona iğrenircesine baktım ve bir an, ayaklarımın dibinde yatanın Mavi gözlü dev olduğunu hayal ettim.
Silah talimine başladığımız ilk gece silahımı ona doğrultup ateş ettiğimde, içinde kurşun olmadığını, şarjörünün boş olduğunu fark ettim ve tahmin edersiniz ki yeryüzünde cehennemin yansımasını gördüm. Beni saatlerce ateşinde yaktı kavurdu ve parçalayıp, zindanlara kapattı.
Eğer Tanrı yanımda olsaydı, o gün silahın içine bir kurşun koyardı.
Ve bugün ben, özgürlüğümü kutladığıma dair bir konuşmayı, geniş kalabalığın önünde yapardım.
"Bir an hiç öldürmeyeceksin sandık, Nigel." dedi bir ses.
Oldukça keskin bir sesti ve gerçekten, beklediğini almış gibiydi.
Kan kokusu etrafı sardı ve krem rengi topuklu ayakkabılarıma bile Alfonso'nun kanı bulaştı!
Lorénzo'nun gözleri bir atmaca gibi benim üzerime dikildi ve kalçamın hemen hizasında duran eteğime baktı. İkazını dikkate aldım ve eteğimi aşağı doğru çekiştirdim.
"Kumar borcunu canınla ödemeliydi." dedi bir diğer ses.
"Hak ettiğini verdin."
Lorénzo, kalabalığı dinlemiyor yalnızca gözlerimin içine bakıyordu.
Ve ben de onun gözlerinin içine.
Bir yerde okumuştum. Uzun bir süre uçuruma bakarsanız, bir süre sonra o da size bakmaya başlardı. Sanki bir uçurumun kenarında uyuyan canavarı izlerken uyandırmış gibiydim ve kaçacak hiçbir yer yoktu.
Lorénzo yani Nigel, silahını kabzasına sıkıştırdı ve bana yalnızca gözleriyle, "Beni takip et." İşareti yaptı. Omuz silktim. Onunla gitmeme gibi bir lüksüm yoktu. Burası İtalya'ydı ve ben, onun varlığı altında hapistim.
Dışarıdan bakıldığında, harika bir hayatım varmış gibi gözüküyordu.
Beni her daim korumaya yeminli gibi duran, benden oldukça uzun ve kalıplı... Siyah saçlı ve okyanus mavisi gözleri olan, sakallı ve kemikli çene hattı bulunan, duygularını asla belli etmeyen ve tahminimce Kova erkeği olan bu adam, hep yanımdaydı ve beni tüm kötülüklerden koruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUS BEBEĞİ. +18
Mystery / Thriller+18 içerik! Sekiz yaşında, Slepaya Noch (Rusya'daki hayali suç örgütü) tarafından zorla alıkoyulan ve bünyesinde taciz edilerek büyütülen bir kadın; Ariel Sytnikova. Yirmi dördüncü yaş gününde, İtalya polisi tarafından gözaltına alınması ile başlaya...