III.Bölüm ♣

364 54 44
                                    

♣ ♣ ♣

Tam o esnada kapının gürültüyle açılma sesini duydum. Elbisem, beni ve utancımı korumak istercesine eski formuna geri dönmüş ve bileklerime kadar örtülmüştü.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen, Marcello?"

"Eğlencemi böldün." dedi adam keyifsizce. Onları göremiyordum çünkü şimdi görüşümü yeniden kazanabilmek için beynimle sayısız bir anlaşma yapıyordum. Nefesimi gürültüyle dışarıya bıraktım ve sanki müzenin içerisinde unutulan balmumu heykeli gibi donup kaldım, kıpırdayamıyordum.

"Eğlence anlayışın bu mu?" dedi bir ses. "Mahkumlar ile sevişmek mi?"

"Teorik olarak henüz bir mahkum veya tutuklu sayılmaz. Bilirsin, masumiyet karinesi."

"Yinede bir kadına tecavüz etmen, kabul edilebilir bir şey değil."

"Ona daha dokunmamıştım bile. Hem, senin sorunun ne?"

"Sorunumun ne olduğunu, benimle takışmaya devam edersen öğreneceksin ama farklı yollarla."

Adam, pes ettiğine dair bir şeyler zırvaladı fakat onu duymadım. Bir kumsaldaydım ve eteğimi boylu boyunca uçurarak koşuşturuyordum... Mavi gözlü dev artık bana dokunamazdı, özgürdüm. Kumsaldaydım. Suyun, kum taneciklerine her çarpışında çıkarttığı o özgürlüğün tatmin edici sesini kulaklarımda hissediyordum. Kızıl saçlarım, rüzgârın her çarpışında esefle dalgalanıyordu... İçimdeki küçük Ariel ve ben, özgürdük. Özgürdüm.

Omzuma dokunan bir el çığlık atmamı sağladığında, nihayet uzun süredir bakıştığım duvarın koyu lacivert olduğunu fark ettim. Korkuyla gerilediğimde, üzerindeki siyah renkli ceketiyle bana bakıp duran adam ile göz göze geldik.

Karanlıkta bile parlayan mavi gözleri vardı. Çok derindi. Adeta Ariel isimli çizgi karakterin, derinliğinde yüzmeye aşık olacağı okyanusun rengi gibiydi. Onu gördüğümde, Mariana çukuruna hapsolmuş ve bundan memnuniyet duyan binlerce kadının cesedini, gözbebeklerinin çevresinde görebiliyordum. Kim bilir, yalnızca bakışlarıyla kaç kişiyi öldürmüştü?

Bir keskin nişancı olup olamayacağını düşündüm fakat öyle olsaydı, burada ne işi vardı? Maviden ve mavi gözlü herkesten nefret etmeme rağmen bu adam beni korkutmamış, travmamı tetiklememişti. Onu Mavi gözlü devden ayıran tek şey, gözlerinin daha koyu bir renk olmasıydı...

İki elini yana doğru düşürdü ve bana baktı. Siyah saçları vardı. Mavi gözleri. Kemikli bir çene hattı ve buzdan farksız ifadesi. Sanki tüm duygularını yıllar önce yok etmiş ve adeta bir vampir gibi duygusuz olma sözü vermiş gibiydi.

"Ty v poryadke?" (İyi misin?)

Kaşlarımı çattım. Rusça biliyordu. Üstelik bu adam kimdi ve beni bu sapığın elinden neden kurtarmıştı? Ona boylu boyunca baktığımda, benden epey uzun olduğunu fark ettim. Kolları ve omuzları genişti. İstese beni tek elinde kavrayıp, oradan oraya savurabilirdi. Ya da konuşmam için bana saatlerce o bakışlarıyla işkence yapabilirdi.

Yutkundum ve sesimin çıkması için dua ettim, Tanrı'ya... 

"U menya vse khorosho." (İyiyim.) dedim fakat gözlerinde, bunun aksini söylediğime dair inanan bir bakış vardı. Başını hayır anlamında iki yana salladı ve bana uzandı fakat aynı hızla geri çekildiğimi fark edince duraksadı ve iki elini havaya kaldırdı.

"YA ne tronu tebya, ne volnuysya." (Sana dokunmayacağım, merak etme.)

Gerçekten mi? Pek de inandırıcı! 

RUS BEBEĞİ. +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin