XI.Bölüm ♣

192 50 18
                                    

♣ ♣ ♣

Biraz nefes almak için terasa çıktığımda, gökyüzünün güneşi sevgiyle kucakladığını gördüm. Yıldızlar yoktu. Çünkü hava henüz kararmamıştı. Küçükken yaptığım gibi derin bir nefes almış ve havadaki bütün oksijeni ciğerlerime çekip, dudaklarımı ve burnumu kapatmıştım.

Bunu yaptığımda, içimdeki kötü hislerin ve korkuların; aldığım derin nefes ile birlikte kaybolacağını hissediyordum. Ölmemek için dudaklarımı aralamam gerekti çünkü nefessiz kalabilirdim. Nefesimi gürültüyle dışarıya bıraktım.

"Sigaran var mı?"

Hemen yanı başımda duran, kıvırcık sarı saçları olan genç adam ile göz göze geldim. Yaşı en fazla yirmi ikiydi. Veya belki de yirmi dokuz. Birkaç estetik dokunuşla kendini genç gösterecek biriydi ya da kaygısız biri. İkinci seçenek var olduğumuz dünya düzeninde imkânsızdı.

"Evet, var." dedi ve üzerindeki koyu bordo takımının cebinden, bir sigara paketi çıkartıp içerisinden bir sigara dalı aldı ve bana uzattı. "Nikâhın olduğu için mi bu kadar streslisin?"

"Stresli olduğumu nereden çıkarttın?"

Bana uzattığı sigarayı dudaklarımla yakaladım ve ucunu ateşlemesine izin verdim.

"Biraz öyle gözüküyorsun da."

"Eğer yeteri kadar strese sahip olsaydım, yapacağım ilk şey... İçeriye gidip, benden yaşça büyük bir adamın nikâhına 'evet' demek olmazdı. Muhtemelen kendimi terasın demirliklerinden aşağıya atardım."

Adam, aşağıya doğru baktı. "Atlasan bile ölmek için fazla alçak."

"Belki kanatlarım vardır ve gökyüzüne uçarım. Belli mi olur?"

Sigaramın külünü silktiğimde, adam bana inanamadığını belli eden bir bakış attı.

"Ne?"

"Boş ver."

♣ ♣ ♣

İçtiğim son kadehin içinde siyanür olmasını dilemiştim fakat belli ki Tanrı beni duymuyordu. Kadehin içindeki son sıvıyı da fondipledim ve az sonra kadehi tek avucumun içinde parçalasam, nikâhtan önce, dikiş atılması için hastaneye götürülebilir miyim diye düşündüm.

Böylelikle kaçmam kolay olabilirdi.

Fakat muhtemelen iki adım sonrasında, Mavi gözlü devin adamları tarafından kıskıvrak yakalanırdım.

Her zaman olduğu gibi.

Bileğimdeki taşlı ve oldukça gösterişli duran, gümüş grisi bilekliğe baktım. Meksika adetine göre, evlenileceği zaman yüzük değil, aşırı gösterişli bileklik takılırdı. Bu, Meksika geleneğinde; "Bana aitsin, benim eşimsin." demenin romantik bir yoluydu. 

Geleneklerine epey sadık bir yaşlı adamla evlendiğimi görseydi, Abby beni ayakta alkışlardı.

Gözlerim, uzunca bir süre salonu dolaştı ve eğer görmek için yanıp tutuştuğum fakat görmemin mümkün olmadığı insanları, bu salonun içine toplama şansım olsaydı... Bu kişilerin başını, kesinlikle kız kardeşim Abby çekerdi.

Nerede olduğunu bilmiyordum. Nefes alıp almadığını da öyle. Eğer bir gazeteci olsaydım, kimlik arşivlerinden onu bulmam kolay olurdu. Fakat gerçek kimliğim ortaya çıktığında, beni Rusya bile kabul etmezdi, biliyordum.

Gözlerim yeniden etrafı dolaştı ve kapı girişlerinde, sırf kaçmamam için dikilen adamları buldu. Mavi gözlü dev burada değildi ama aksi bir durum olmasına karşın, adamlarını kapıya dikmişti. Her nikâh töreninde olduğu gibi... Önceden kaçıp gitmemden ölesiye korkuyordu.

RUS BEBEĞİ. +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin