XXVII.Bölüm ♣

137 50 9
                                    

♣ ♣ ♣

Dışarıya çıktığımda, yaptığım ilk şey gökyüzüne bakmak olmuştu.

Koyu bir maviliğin, karanlık bulutlarla sarıp sarmaladığı ve yıldızların, her seferinde karanlığı aydınlatmak için olası bir çabası vardı.

Abby ile birlikte üzerinde uzandığımız, yeşil renkli çimlerin ıslaklığını saçlarımda hissederken, mavi renkli gökyüzünde dolaşan bulutların her birini, farklı figürlere benzetirdik.

Bazen at, bazen melek bazen ise bir tavşan figürüne benzerlerdi.

Gece olduğunda Abby, gökyüzüne bakmayı pek sevmezdi. Bulutların uykuya daldığını ve yarın sabah yeniden gökyüzüne uğrayacaklarını söylerdi. 

Ben ise Abby'nin tam aksiydim.

Gece vakti olduğunda bile bulutların hâlâ göğün yüzünde dolaştığını fakat yasa bürünen gökyüzünün karanlığı altında gizlendiklerini bilirdim. Yinede yıldızların başrolü kaptığı bu gökyüzünde, bulutlar karanlıkken bile çok güzeldi. 

Başıma hep bir şey geldiğinde -ki genelde başıma hep bir şeyler gelir- başımı kaldırıp, gökyüzüne bakıyordum. Sanki küçük Ariel ile bakışlarımız birleşiyor ve bana bakıp gülümsüyor gibiydi.

Çünkü o hâlen daha, annesinden gizli bahçeye çıkıp, geceleyin gökyüzünü izleyen küçük bir kız çocuğuydu ve harika bir geleceği olacağına dair umut doluydu. Onun hâlâ kız kardeşi vardı ve solundaki yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Babası yaşıyordu ve annesinin onu sevmemesi sorun değildi çünkü bunu algılamak için fazla küçüktü, Ariel Sytnikova.

Ondan çok farklıydım... Teni şiddetle örselenmiş, tanıdığı veya tanımadığı binlerce adamın parmak izleri, teninde bir damga misali dolaşan ve saçlarını her seferinde koyu, nar kızılına boyayan... Gözyaşlarını bir eğlence reveransına dönüştürüp, etrafta neşeyle çığlık atıp direk dansı yapan ve aşkı, gençliği hiç yaşayamamış Ariel Rush değildi.

Sanırım gökyüzüne son defa bakıyordum. Çünkü başıma sürekli bir şeyler geldiğinde, bunun gökyüzüne son bakışım olabileceğini biliyordum.

Ve Tanrı, sanki beni duyuyormuş gibi bunu ikinci defa yapmamı sağlıyor ve bir daha göremeyeceğimi umduğum gökyüzüyle, yeniden karşılaşıyordum.

Keşke gerçekten bir takım yıldızının lideri, Andromeda olsaydım da gökyüzünde asılı kalsaydım. 

Yeryüzü, pisliklerle doluydu.

Başıma geleceklerden haberim vardı ve bu hayatı ben seçmiştim. Bu sefer suçlu yoktu. Masum da yoktu. Faydalanabileceğim bir masumiyet karinesi de öyle. Tanrı benim için yasaları yeniden yaratmıştı ve tüm yasa, suçlunun kimse olmadığını, yalnızca benim idam edilmem gerektiğini söyler gibiydi.

Fazla karışık konuştuğumun farkındayım fakat bu anlarda, ne söylenebilir ki?

Etraf karanlıktı fakat gökyüzünden güneş, yeni çekilmiş gibiydi. Önümde dizili duran adamlara baktım. Polis teşkilatı için bile sorun teşkil etmiyorlardı çünkü mafyatik liderimizin biricik adamlarına kimse dokunamazdı.

En azından dokunulmazlığı olan tek kişi ben değildim.

Nefesimi gürültüyle dışarıya bıraktım ve bir anda dünyada yapayalnız kalmak istediğimi fark ettim. Kimse olmadan, sadece tek başıma. En azından şimdi solumda duran adamlardan biri orada olmazdı ve açık kapıdan dışarıya kaçarak, kendimi kaldırım boyu koşmaya zorlardım.

RUS BEBEĞİ. +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin