Demokan, Veli Efendi'nin kapısını hafifçe tıklattı. İçeriden bir mırıltı sesi duyuluyordu, bir yükselip bir alçalarak. Beş genç tedirgin gözlerle birbirine bakarak içerden bir cevap gelmesini bekledi. Keskin bir öksürük sesinden sonra zayıfça "Gelin." sesini duyunca Demokan, usulca kapıyı açtı.
Molla, genişçe, Anadolu motifleriyle bezeli ve duvarları boydan boya kaplayan büyük bir divanın köşesine oturmuş, sırtını da duvarlara dik bir şekilde yaslanmış irili ufaklı dörtgenlerden oluşan yastıklardan birine yaslamıştı.
Yüzündeki yılların verdiği yorgunluğa rağmen meşhur gülümsemesini hiç eksik etmiyordu. Demokan'ın aksine her daim gülümseyen bir çehresi vardı. Hatta öyle ki, yüzündeki yatay yarığın kenarlarındaki kıvrımlar, onun temel parçası, Molla'nın yaratılışının emaresiydi adeta. Tek çizgi haline gelmiş yarık aralandı ve inci gibi dizilen düzgün dişler, dudaklardan düşen gölgeye rağmen ışıltıyla parladı.
Mevzubahis yarık kıpırdandı ve arasından şu sözler döküldü, "Hoş geldiniz çocuklar tekrar. Ben de sizin mesele için ön hazırlık yapıyordum. Dualarla ortamı hazırlıyordum." Yarığın üstündeki kemerli burnun sağına ve soluna simetrik olarak yerleştirilmiş obsidiyene benzer, ışıldayan kara gözler kendilerini Miraç'a sabitlemiş, ısrarla ona bakıyordu.
Göz kapakları hafifçe bu iki kara boncuğun üzerine perdelendi ve kirpiklerinin ardına saklanarak Miraç'ı süzmeye devam ederken, "Evlat geldiğinizden beri seni dikizlememi mazur gör, fakat ben seni tanıyorum. Siman hiç yabancı değil." dedikten sonra duraksadı. "Ananın, atanın adları nedir?" diye sordu.
Miraç neden dikizlendiğini öğrenmiş olmanın verdiği rahatlamayla içinden bir 'Oh!' çekerek hızlıca, "Vahdettin ve Jülide Karakan." dedi. Molla bu cevapla düşünceli bir şekilde başını salladı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini hafifçe irileştirdi ve kaşlarını çattı.
"Annenin kızlık soyadı Erenler miydi?" dedi.
Miraç şaşırmıştı. Ancak evet, doğruydu. Annesinin kızlık soyadı Erenler idi. Şaşkın ifadesi yüzünde mevcut, "Evet, annemin kızlık soyadı Erenler. Ama siz nerden biliyorsunuz ki?" dedi. Saniyelik bir süre içinde, 'Adam Molla Miraç, bir zahmet bilsin.' diye düşündü, ancak yanılmıştı. Tahmin ettiği gibi Molla onu 'özel güçleri' ile tanımamıştı.
Molla'nın yüzünde, gülümseme daha da yayıldı, "Vay benim uzaktan torunum Miraç, vay." dedi.
Miraç'ın kafası karıştı, Molla'nın ne demek istediğini anlamaya çalıştı.
Molla bunu anlamış gibi anlatmaya başladı. "Senin annen ve ben akrabayız. Annen benim amcamın en küçük oğlunun kızı. Yani ben senin annenin bir nevi amcası sayılıyorum. Sen de benim torunum sayılıyorsun. Sen daha minicik bir bebekken gelmiştiniz buralara. Beni tanıyamamış olman, benim de seni ilk etapta tanıyamamış olmam normal. Babana çekmişsin, o da gençliğinde kara yağız bir delikanlıydı."
Molla'nın anlattıkları bitince Miraç'ın yüzüne hafif bir tebessüm kondu. Babası Vahdettin Karakan, kendi aile ilişkilerini bitirip batırdığı gibi akrabalarıyla olan ilişkilerine de balta vurmuştu. Annesi tarafındaki akrabalarından nerdeyse hiçbirini tanımıyordu. Ankara'ya ziyaretlerine gelirlerse belki tanışıyordu, ancak diğer geleneksel Türk aileleri gibi, tatillerde, bayramlarda memleketlerine gitmez, o tatilleri Ankara'nın soğuğuyla yarışır bir soğuklukta tatsız tuzsuz geçirirlerdi. Kısa süreli daldığı düşünce aleminden yine Molla'nın sözleriyle sıyrıldı.
"Anan atan nasıllar evladım? Yıllar oldu onları görmeyeli." diye sordu gözlerinde gizleyemediği özlemle.
"Başıma bu illet musibet olduktan sonra babam bana inanmamayı tercih edip beni evden kovdu. Annemle de zaman zaman görüşürüz telefonda, babamdan gizli arayabilirse arar beni. Son konuştuğumuzda iyilerdi." dedi. Molla'nın gözlerinden süzülen özlem dalgası Miraç'ın gözlerine de bulaşarak kalbine doğru bir yol çizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günah Tohumları
TerrorRüyalar, sadece 7 saniyelik bir sürecin ötesinde, kapıları bilinmeyen diyarlara açan gizemli bir fenomendir. Kimi bu gizemli âlemi, bilinçaltımızın derinliklerinde kaynayan gerçeğin yansıması olarak görürken, kimileri ise büyük ya da küçük olasılıkl...