Keyifli okumalar....
Tek bir şey için ağlanmaz, birikmiştir.
Frida Kahlo
.
Holdingdeki odasında, ceketini bir yana savurmuş koltuğa oturmuş, İstanbul'a bakıyordu. Asla inanmıyordu olanlara, babası onun için özel bir insandı. Evet, Selen için baskı yapmıştı ama bunların hiçbiri ona bunu yakıştırmasına neden olamazdı. Hayatında tanıdığı en onurlu insandı Mustafa Yıldırım.
Buna nasıl inanmıştı İlbilge? Bunca yıl içinde kocaman bir nefreti yaşatmasına inanamıyordu. Akıl alır gibi değildi. Konuşmak diye bir şey vardı, sormak mesela. Neden bu kadar karışık bir yol seçmişlerdi? Tüm bu olanları saçmalık olarak görüyordu. Belki onların acısını onlar gibi hissedemiyordu ama yine de saçmaydı. On sekiz yaşında sevdi onu, ilk kalp atışı ilk kalp kırıklığıydı. Ondan sonra ne atmış, ne de kırılmıştı kalbi. Terk edilmişliğinin derin sancısını yaşıyordu. Ölse aklına gelmezdi böylesi bir neden. Ortaya çıkanlardan da belliydi ki babası ve Ece yengesi bir oyunun içindeydi. Babasının Ece yengesine olan aşkı gerçek miydi?
"Kahretsin! Lanet olsun!"
Aklında beliren yeni sorular vardı, İlbilge ile Hazar gerçekten birbirine âşık mıydı? Oynadıkları oyun için mi öyle görünüyorlardı? Kendi başındaki belayı da düşündü. Selen'le evlenmeye mecburdu. Ne babası ne amcası ne de yengesini el ayağa düşüremezdi. "Biri bir hata yaptı hepimiz kurban edildik."
Masanın üzerindeki telefon canhıraş çalınca uzanıp aldı. Güvenliğin aradığını görünce açtı. "Bu gece buradayım."
"Sinan Bey, kapının önündeyiz. Hazar Bey ile İlbilge Hanım vuruldu!"
Bakışları kapıya ulaştı. Telefonu indirip avucunda sıktı. Koştu, asansörün düğmesine sürekli basıyor, açılması için anın geçmesini bekliyor ama zaman ona o kadar uzun geliyordu ki merdiveni kullanmak istediğinde kapı açıldı. Bir dakika sürmüyordu aşağı inmek ama ona saat gibi gelmişti. Kapıya koştu, güvenlikler kapının ve çıkışın etrafını sarmıştı. Yaklaşınca durdu, yarım saat olmamıştı yanlarından ayrıları, yerde kanlar içinde yatan iki çocukluğuna bakarken olduğu yere çakıldı.
"Ambulans çağırdık efendim, birazdan burada olurlar."
"Ne ambulansı? Siz neredeydiniz? Kaç kişisin, bu nasıl oldu?"
Hiçbiri tek kelime edemedi.
Sinan bir adımda İlbilge'nin yanına yere dizleri üzerine çöktü. Yarasına baktı, biri omuzundan biri karnından iki kurşun gördü. Hazar'a döndü. Biri göğsünde biri boşluğunda iki kurşun da onda vardı kan kaybediyordu. Yaşıyorlardı.
Tişörtünü çıkarıp Hazar'ın karnına bastı. "Buraya gelin!" diye bağırdı. "Üzerinizdekileri verin!" Güvenliklerden ikisi gömleklerini çıkarıp Sinan'a yaklaştılar. Onun doktor olduğunu bilen güvenlikler ne diyorsa yaptılar. Yaraların üzerine sabitlenen kumaş parçaları kanın yavaşlamasın neden olurken ambulans sesleri uzaktan duyuldu. "Lütfen," dedi fısıltıyla ama etrafındakiler duydu. "Hadi çocuklar beni yalnız bırakmayın!" Lütfen. Lütfen. Lütfen." Başını gökyüzüne kaldırdı. "İlbilge... Hadi Hazar."
Onların sedyeye yatırılışını seyretti ama omuzları çökmüştü. Üzeri çırılçıplak ikisinin yanına ambulansa bindi. Paramediklerin elinden cihazları aldı, tek tek yerleştirdi bedenlerine. Solunumlarını geçirdi başlarından. Gözlerini cihazlardan bir an bile ayırmadı. "Bırakamazsınız beni!" dedi. Ellerini başına doladı. Hazar'ın kalp atışı yavaşlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuş Uçuşu
General Fiction(CSK) serisi 1. Kitap. Bir gün seversin diye beklerken büyüdü içimde ne varsa. O gün hiç gelmedi. Ben şimdi vazgeçmiş olmamalıyım.