Gece yarısı gelen bağırış ve kavga sesiyle uyandı Jungkook. Sesler dışarıdan geliyordu.
Hemen yatağından kalkıp, üzerindeki pijamalara aldırmadan komidinin çekmecesine uzandı. Her zaman yanında bulundurduğu kılıcını çekmeceden çıkardı ve sessiz ama hızlı adımlarla aşağıya indi.
Kapıyı açmasıyla yüzüne kan fışkırması bir olmuştu. Suratı kanla kaplıydı. Korumalarının kanıyla... Ani bir refleksle bağırdı.
“Hey, askerler ve saray halkı! Kalkın!”
Neyse ki Yongbin'in odasını kitlemeyi akıl etmişti. Böylece ona ses gitmiyordu.
Anne babası, Yongbin'in abileri ve de ablası da dahil olmak üzere saraydaki tüm savaşmayı öğrenen kişiler ellerine birer kılıç kapıp aşağıya indi.
“Saldırın!”
Askerler duyduğu komutla çevik bir şekilde fırlamış, saray halkının dışarı çıkmaları için olanak sağlamışlardı.
Jungkook elindeki kılıcı önüne ilk gelen düşman askere sapladı. Biri onun arkasından yaklaştığı sırada Hyunjin onun kafasına isabet edecek şekilde kılıcı fırlatıp, Jungkook'u kurtardı.
“Dikkatli olun, Prens Jeon!”
“Teşekkürler Hyunjin”
İkisi de ayrı yönlere ayrılmış, sarayın etrafını kolaçan ediyorlardı. Bir askerin Yongbin'in kaldığı odanın camına tırmandığını farketmesiyle belindeki bıçağı fırlatmış, asker sendeleyip yere düşünce de elindeki kılıcıyla adamın göğüsünü delmişti.
“JUNGKOOK!”
Yongbin'in çığlığıyla arka kapıdan içeri girip, Yıngbin'in odasına çıkmıştı. Elindeki kılıcı Yongbin'in boynuna dayayan asker konuştu;
“Yaklaşma! Yaklaşırsan keserim boynunu!”
Kılıcı ona doğru sallayarak konuşması sinirini bozmuştu. Fakat aldığı kokuyla gözlerinde yeşillikler yanıp sönmeye başlamıştı.
Sigmasına bir delta dokunuyordu.
Yeşil renk gözlerini ele geçirdiğinde, Jungkook kurduna kontrolün yarısını vermiş, kalan yarısıyla Yongbin'i korumak için uğraşmıştı.
Adamın eline doğru salaldığı kılıç sayesinde adam elini çekmişti. Jungkook vakit kaybetmeden bağırdı.
“Çekil oradan Yongbin!”
Yongbin hızlıca oradan uzaklaşıp kenara geçmişti. Jungkook ve adam kavga ederken, Yongbin korkudan süzülen yaşlarla ikisini izliyordu.
Sonunda Jungkook çevik bir hareketle adamın kılıç turan bileğini çevirip sırtına dayamış, kılıcıyla koluna koca bir kesik açmıştı.
Adam can çekişirken, suratına tükürdü ve sordu.
“Sizi, kim gönderdi?”
“...”
Adam konuşmakta kararlıydı. Fakat Jungkook'un sabrı taşıyordu.
“SİZİ KİM GÖNDERDİ DEDİM!?”
Adam kafasını iki yana salladı ve tekrar sustu.
Jungkook sinirle kılıcı boynuna ilerletti ve tam kestiğinde ve kanlar akmaya başladığında, adam son nefesiyle fısıldadı.
“K-Kral Le...”
Jungkook duyduğu sözle daha da sinirlenmişti.
“Kral Lee, ha?”
Onun olana kimse dokunamazdı.
Bu kişi, babası olsa bile.
(...)
Uzun süren savaş sonucu herkes odalarındaki banyolara koşmuş, kan rengi ve kokusundan arınmış bir şekilde yatağa geri dönmüşlerdi. Jungkook Yongbin'i kendi odasına yatırmış, uyumasını bekliyordu. Odasında oturuyordu. Herkes eninde sonunda uyumuştu, fakat Jungkook uyuyamıyordu.
Yongbin'in korku dolu bakışı gözlerinden gitmiyordu. Gecenin korkunç derecede karanlık ve gergin havasına doğru fısıldadı.
“Seni bitireceğim, Lee Jingyu.”
Nasıl amaa???
Oy sınırı: 20
Okuduğunuz için teşekkürler! ♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cursed Princess • JJK✔
Fanfictionİki büyük krallık, Lee ve Jeon krallığı. Lee Yongbin psikolojik baskı ve de fiziksel şiddet uygulayan, adını "Lanetli Prenses" olarak lekeleyen bir Anne-Babaya sahipti. Jeon Jungkook ise en iyi şekilde yetiştildi ve de veliaht olarak seçildi. Faka...