Gelin ve arkadaşları 3. kattan oynayarak inmeye başladı.
Arkada 'Boushret Kheir' çalıyor, kızlar elindeki tüylü yelpazeyi sallayarak iniyorladı.
Maşallah, gelinin güzelli de denildiği kadar varmış.
Herkes ortaya geçip oynamaya başladı. Ben durur muyum peki. Hayır!
Ben de orta kısma geçtim ve anneme yine teşekkürlerimi sunarak, oynamaya başladım.
Annem oynamayı çok severdi. Dünyadaki tüm oyunları bilirdi. Bunda bizim sürekli ülke değiştirmemizin de payı büyüktü tabi.
Şu anda çalan şarkı 'Delilo' halay çekmek güzel olsa da, parmaklarım bana katılmıyor bu konuda.
Uzun uzun şarkıların ardından gelini sandalye ye oturtular. Üzerine duvağı örtüp genç kızlar etrafında dönmeye başladı. Dilbaz hanım bir köşede ağlıyordu. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde, kına tepsisi benim elimdeydi bir de.
Kadının biri tut bunu dedi tuttum, sonra da dönmeye başladılar. (Medyadaki şarkı çalıyor.) Normalde yüksek yüksek tepelere çalması gerekmiyor muydu?
Bunu, kız ağlayana kadar anlamamıştım. Başta ağlatıp sonra güldürüyorlarmış. Garip bir durum. Gelin ağlamaya başlayınca Yüksek yüksek tepelere çalmaya başladı.
Gelinin annesi ve gelin gibi tüm kadınlar ağlıyorlardı. Annemle gittiğimiz türk kınalarının çoğunda bu ağlama olayını görmüştüm ama anlamıyordum hala.
Bazı kadınlar kendi aralarında telaş içindeydi. Anlamak için birinin yanına gittim.
"Ne oldu bir sorun mu var?" Bu sonradan anladığım damadın annesiymiş. Adı Jinda'ydı sanırım. Muhtemel üvey annem.
"Keçe min, ben kınanın üzerine koyacağım altınları bulamıyorum. Çaldılar desem kim ne yapsın? Kaybettim herhal. Ne edecez şimdi? Çocuklardan birini yolladım yenisi için, ama herkes bizi bekler."
"Başka bir tane taksak olmaz mı?"
"Olur da ayıp olur keçe min. Ben onları Zanad'dan alırdım."
"Aaa! Ben de ordan altın aldım, hem de iki tane." Hemen çantamdaki iki altını çıkarttım. "Bunlar olur mu?" Kadın başta şaşrırdı sonra da gözlerinden kalpler çıktı.
Gülümseyerek "Sağ olasın kızım ama bunlar senindir."
"Ya olur mu öyle şey alın lütfen bunu siz. Şu anda, bunlara ihtiyacınız var. Lafı da olmaz ayrıca." Dedim ve eline sıkıştırdım.
"Borç bu, bilesin. Ben sana sonrasında vereceğim bunlardan." Dedi ve altınlarla gelinin yanına gitti. Zaten tam da o sırada kınayı süren kadın 'kaynana gelin elini açmıyor' diye bağrıyordu.
Jinda hanım, altını koyarken herkesten aynı anda oooo nidaları yükseldi.
Sonrasında, tüm gece hiç oturmadan gelinle birlikte oynamıştım.
***
Yazardan:
Aden, bir şeyden habersiz tüm gece oynadı. Kız kardeşi Zelal dışında sürekli durmadan bir tek o oynadı.
Bazı kadınlar ara ara gelip oğlunun fotoğrafını gösterdiler. Lakin birine bile doğru düzgün bakmadı. Nazikçe hepsini geri çevirdi.
O yengesiyle oynama derdindeyken, millet onu gelin alma derdindeydi. Bunların başında da Dilbaz hanım geliyordu. Oğullarından birine Aden'i almalıydı. Bu kadar güzel ve ahlaklı bir gelini buralarda bulamazdı. Burdaki kızlar da böyleydı ama oğullarının parası ve ağalığı için seviyorlardı. Ama bu kızda farklı olan bir şey vardı. Belki de buralı olmadığındanır diye düşündü.
Oğullarını ve arkadaşlarını kızlara baksınalar diye bir ara arka merdivenden terasa yolladı. Aşağıdan bakan onları karanlıktan göremezdi ama, yukarıdakiler onları görüyordu.
Annesinin zoruyla da olsa hepsi gelmişti.
Hiç birinin kadınlar dikkatini çekmemişti bu güne kadar. Lakin Adar için bu kez iş farklıydı. Beger konağında kucağına düştüğü anda alamadı o gözlerden bakışlarını. Ok gibi saplandı kalbine adeta.
Annesinin demesi ile değil ilk defa bir kadını kendi isteği ile arıyordu gözleri. Bulmuştu da. Kardeşi ile oynuyordu gülerek. Bir kez daha vuruldu. Kalbine sancı girdi o an. O nasıl gülmek zalımın kızı?
Adını dün öğrenememişti. Mağzadan çıkarken de görmüştü ama o zaman da konuşamamıştı.
Kimlerden olduğunu bilse, istemeye bile giderdi hemen. O kadar gitmişti içi. Vurulmuştu, sevdalanmıştı gözlerine. Bu güne kadar ne bilir ne de inanırdı aşka. Ta ki onu görene kadar.
Aşağıdaki oynayan cennet gözlüsünden, gözünü ayırmadı Adar.
Dilbaz hanım bir süre sonra yukarı çıkıp oğlanlara var mı ilgilendiğiniz diye soracaktı. Bu işler karşılıklıydı tabi. Sadece oğullarının istemesiyle olmazdı. Onlar gibi, kızlar da sevmeliydi. Ama kızlar çoktan ağalara tamam dediklerinden, önce oğlanları ikna etmeliydi. Ama hiçbirinin gönlü kimseye kaymıyordu. Hepsi sedirlere oturmuş çay içip muhabbet etmeye başlamış.
Bu görüntüye sinirlenen Dilbaz hanım "Dehşikên kerê, ma min gazî we kir ku hûn rûnin û rûnin?"
(Eşek sıpaları, sizi arkanıza yaslanıp oturun diye mi çağırdım?)"Yav ana biz ne edelim elin kızını, dokunmayasın bize yav."
Dilbaz hanım hepsini kovarken, Adar dalmış vaziyette Aden'e bakmaya devam ediyordu.
Dilbaz hanım söylenerek merdivenlere ilerlerken, oğlunu farketti. Önce şaşırdı, sonra da kocaman gülümseyerek yavaşça oğlunun yanına gitti.
"Var mı gönlüne taht eden bir kuş oğul?"
Adar derin bir iç çekti "Bu taht, ona saray olur ana."
Dilbaz hanım, heycandan zılgıt çekmemek için kendini zor tutuyordu.
"Hangi kızımın, gönlüne konduğunu diyesin anana."
Adar gözlerini ayıramadığı kızı başıyla anasına gösterdi. "O... Zelal'in karşısında oynayan, cennet gözlü kız."
Dilbaz hanım aşağıya baktığında Zelal'in karşısında Aden'in oynadığını görünce sevinci daha da büydü. Annesinin gülümsemesine bakarak onu tanıdığını düşündü Adar.
"Kimdir ana o?"
"Aden." Dedi Dilbaz hanım.
'Aden' diye geçirdi içinden. Vurgununun adıydı Aden.
***
Begerler'in ise hiçbir şeyden haberi olmadan, yapılan sıra gecesi ile eğleniyorlardı.
Azat Savaş Beger'in, ilk oğlu olan: Aram evleniyordu. Zorluklarla doğan, zorluklarla büyüyen oğlu; Aram.
Oğlunun kaderi de kendisininkine benziyecek diye korkmuştu ama olmamıştı. İçi rahattı bu bakımdan. Kan davası da, bu düğünle son bulmuştu.
Sağ tarafında ikizi, Ferat Barış Beger.
Sol tarafında canı bildiği arkadaşı, Emir Harzem.
Her şeye rağmen bir aradaydılar.
Başlarına gelecek kıyametten habersiz, eğleniyorlardı.
Peki can, kanın önüne geçebilecek miydi? Yoksa kan için can mı alınacaktı? İşte bunu zaman gösterecekdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşiret Ailem
JugendliteraturKızının varlığından bile haberdar olmayan iki baba ve babasının kim olduğunu bilmeyen bir kız.