Ertesi gün.
Ciritçi Abdullah bahçesinde atlarıyla ilgileniyordu. Veysel bahçe kapısını tıklatarak içeriye girdi ve dedesinin yanına geldi.
"Torunum hoşgeldin."
"Hoşbuldum dede." Dedi Veysel gergin bir ses tonuyla. Ciritçi kaşlarını çattı.
"Koluna noldu senin?"
"Düştüm dede, birşey yok." Dedi Veysel hızlıca. Ciritçi Abdullah başını iki yana salladı ve gidip ağaç gövdesine oturdu. Veysel'e yanına gelmesini işaret etti.
"Dede gerçekten birşey yok." Diyerek dedesinin yanına oturdu Veysel.
"Baban mı?"
"Hayır dede, düştüm sadece."
"Öyle olsun bakalım."
"Dede ben sana birşey sormaya geldim aslında." Dedi Veysel yine aynı gergin tonda. Ciritçi Abdullah devam etmesi için başını salladı.
"Yani nasıl söylesem bilmiyom."
"Ne bu içine bu kadar dert olan?"
"Dert değil de off bilmiyom ki hiç."
"Ben bize şöyle demli bir çay koyayım."
Ciritçi Abdullah semaver de hazır olan çayı bardaklara doldurdu. Veysel kendi bardağını alıp gülümsedi, gülümseyişi bile gerginliğini yansıtıyordu.
"Kasabada 1989 da bir çocuk kaçırma olmuş galiba." Dedi Veysel. Ciritçi çay bardağını bırakarak ciddileşti.
"Evet."
"7 yaşlarında bir erkek çocuğuymuş. Sen birşey biliyon mu dede bu olay hakkında?"
"Abini kaybettiğimiz sene."
"Dede ben onu sorucam aslında. Abime noldu? Neden öldü?"
"Bizde gerçeği hiç bilmedik torunum."
"Bildiğiniz neydi peki?"
"Yusuf parktan kaçırıldı, biz ondan bir daha haber alamadık, jandarma çok aradı ama birşey bulamadı."
"Peki yaşıyo olabilir mi?"
"Yaşıyo olsa gelir bulurdu ailesini."
"Anladım dede."
"Öteki çocuğu da duymadım hiç. Kim söyledi ki sana bunu?"
Veysel bardağı bırakıp ayağa kalktı. Aklı şüphelerle doluydu bu yüzden dedesine birşey söylememeye karar vermişti. Belki de bu işin sonunda sandığı gibi birşey çıkmayacaktı.
"Hiç öylesine."
"Abin hakkında biri birşey mi sordu?"
"Yok dede, önemli birşey değil." Dedi Veysel, ve dedesi daha fazla birşey sormasın diye hızla bahçeden çıktı. Bugün babası düğüncü dükkanında olacaktı bu nedenle annesiyle rahatça konuşabilirdi, hemen eve doğru yola çıktı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Veysel eve girdi ve salona geldi. Döndü çerçevelerin tozunu alıyordu, Yusuf'un fotoğrafı vardı elinde. Konuşmak için en uygun andı.
"Anne," diye seslendi Veysel, annesinin yanına yaklaştı ve çerçeveyi alıp bir süre baktı. "Yusuf'u özlüyon demi?"
Döndü Yusuf'un adını duyduğu anda gülümsedi. Veysel annesinin kolunu tuttu ve koltuğa ilerletti, birlikte yan yana oturdular.
"Yusuf nerde?" Diye sordu Döndü bir anda. Veysel kaşlarını çattı.
"Bilmiyom anne."
"Geldi ya geçen nerde? Niye gelmiyo daha? Unuttu mu yoksa ailesini?"
"Kim anne? Kim gelmişti bize?"
"Sen hasta olduğunda geldi ya."
Veysel düşündü ve hatırlamaya çalıştı. Hasta olduğunda onunla ilgilenmek için doktor Kenan gelmişti. Şüpheleri bir kez daha kendini belli etti.
"Yusuf değildi ki o."
"Ben çocuğumu tanırım, o Yusuf'tu."
"Anne o abim olsa bizi tanırdı."
"Belki bizi unuttu ama seni hatırlıyo."
Veysel'in aklına Kenan'la konuştukları geldi o anda, söylediği o cümleyi bir anda hatırladı.
"Onca senedir gerçek ailene dair birşey hatırladığın olmadı mı hiç?
"Bir bebek var, sarışın."
Eğer Veysel şüphelerinde yanılmıyorsa Kenan onu hatırlıyordu. Hafızasında kalan tek anı küçük kardeşine yani Veysel'e aitti. Abisi onu hatırlıyordu.
Ne düşüneceğini bilemiyordu sarışın adam, gerçekten de Yusuf'u bulmuş muydu? Kenan onun abisi miydi?
Bunu ona sormadan anlamanın bir yolu var mıydı? Çünkü yanılma payı olduğu için boş yere umutlandırmak istemiyordu Kenan'ı.
Kenan hiçbir şey anlamadan Veysel'in gerçeği öğrenmesi gerekiyordu.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Bölüm sonu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozkır Masalı
FanfictionTüm Muhteşem Hikayeler İki Şekilde Başlar: Ya Bir İnsan Yolculuğa Çıkar, Ya Da Şehire Bir Yabancı Gelir.