Asi'nin bir elinde ilaç poşetleri vardı diğeriyle kolundan hafifçe tuttuğu Alaz'a destek oluyordu. Oysa Alaz'ın böyle bir yardıma ihtiyacı yoktu, ayakta durabiliyordu fakat Asi'nin varlığını somut şekilde hissetmek karnında kelebekler uçuruyor olduğundan hiç ses etmemişti. Hoşuna gidiyordu bu büyülü ânda oluşları.Basamakları çıkmayı bitirdiler.
Tuttuğu kolu yavaşça kapının önünde bırakan Asi, anahtarı deliğine soktu. Cesur ve Ada ise koridorun başında gelmelerini bekler vaziyette duruyorlardı. Gelenler, henüz onları görmemişlerdi.
Asi içeri girince peşinden gelmeyip dışarda kalan Alaz'a sorgular bir ifadeyle baktı:
''Geçsene?''
Alaz, eşikte durmuş adım atıp atmamakta kararsızca beklemekteydi.
Geçse miydi gitse miydi?
Hastaneden çıktıklarından beri bu iki soru kafasında dönüp duruyordu. Asi'nin söylediklerinden sonra adım atmaya cesaret etmişti etmesine lakin şimdi, her şey yeniden sıfırlanmıştı gerçekliğe dönüşünce. Attığı adım, çürümüş hayatını baştan sona değiştirecekti, biliyordu. Fakat ait olduğu çöplükte ölüme çok yakın durmaya epey alışmışken hayata tutunmak hesapları arasında yoktu. Bunun hayalini kurmamıştı hiç. Güzel kabuslarını görmüştü sadece. Şimdi ne yapabilirdi?
Kolay gelen taraf, kaçmasını haykırıyordu. Basbas bağırıyordu beyninde. Kaç kurtar onları kendinden!
Bir de başka bir taraf vardı. Arada bir gelip Alaz'ı kendinden daha çok utandıran, yakıp yıkan, yok eden ve hep doğrusunu söyleyen bir taraftı bu. O taraf ise, Eşek gibi kalacaksın! diye haykırıyordu mesela şu an. Sinirlerini aşırı bozuyordu bu zorlayan taraf.
Kafasında meydan muharebeleri yapılıyordu sanki.
Aslında, hangi tarafın ağır geleceğinden çok üçüncü bir tarafın ortaya çıkışı afallatıyordu onu. Gel ya da git, yaşa ya da öl seçimleri kadar keskin değildi bu taraf. Yürümeyi öğrenmeye çalışan bir bebek gibi hissettiriyordu kendisini. Çok korkuyordu yürümekten. Ne istediğini bilmiyordu. Ne yapacağını kestiremiyordu. İçinde tuhaf bir kıpırdanış vardı. Önceki gün nasıl yaptıysan yine yapabilirsin diyordu rahatça.
''Hadisene! Korkuluk gibi ne duruyorsun orada oğlum!''
Cesur'un tahammül edemediği sesi kulaklarına ulaşınca yüzünü ekşitmiş ve derin bir solukla içeri adımını atabilmişti nihayetinde. Neredeyse, zihnini bastıran Cesur'un sesine içten içe teşekkür edecekti. Dilini vaktinde tuttu, bu kadarına gerek yoktu.
İçeri geçince fark etti ki; sadece güzel şeylerin olacağını ummak koca bir ahmaklıktı.
O da biraz ahmak olmayı seçti. Ve kendini onların yönlendirmelerine bırakmak ihtiyacıyla kavruldu hisleri.
Onlar.
Önce Asi'ye baktı. Ardından sağına dönüp Ada'yla göz göze gelince ruhuna büyük bir huzur sinivermişti. Yüzünde oluşan gülümsemeye hâlâ yabancıydı evet, ama alışmak istedi buna. Doya doya alışmış olmayı diledi. Oysa yenice fark ediyordu ki Ada'nın gözlerinde parıltılı heyecanlar yerine dargın gölgelikler dolanmaktaydı. Beklemediği bir kurşundu bu. Kızının gerçekliğine henüz alışamamıştı fakat bir o kadar da alışmışken varlığına bu dargınlık nereden gelip aralarına konmuştu şimdi?
Soğuk terlerle sarılıp aniden bocalayacak olunca tam yanında dikilen Asi'ye baktı yeniden; niye öyle bakıyor biliyor musun, der gibi.
''Kızım! Biz geldik! Hoş geldiniz demeyecek misin anneciğim? Hadi gel sarılalım aşkım!''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asi'nin Hiç Yazılmamış Güncesi
Fiction généraleAsi'nin Alaz'dan ayrı olduğu beş senelik zamanda kızını, babasına anlatma isteğiyle ortaya çıkmış karalamaları ve beş yılın sonunda yaşananlara dair