İstanbul'dan dışarı çıkmamış İpek için Avrupa, tam bir masal diyarıydı. Üniversitede okuduğu, hayran olduğu sanat eserlerini bizzat yerinde ve yakından görmek, idrak seviyesi yüksek, zeki kızın beynini olduğu kadar kalbini de heyecanlandırmıştı. Yanındaki adamın, bu güzellikleri kaçar defa gördüğü umurunda olmadı. Hayranlıkla tek tek gezdiği yerlerin fotoğrafını çekti, saatlerce seyretti.
Levent, kızın bu samimi hayranlığını gülerek izliyordu. Gezdikleri yerler hakkında öyle sorular soruyordu ki anlatırken saatlerin nasıl geçtiğini fark etmiyordu. Genç adam, düğün gecesi yaşadığı hayal kırıklığından sonra, özellikle bir arkadaş gibi davranmaya dikkat ediyordu. Onun mesafeli davranışları, genç kızın da istemeden kendisini geri çekmesine neden oluyordu.
Bu seyahat Levent'e, genç karısının ne kadar zeki ve hassas bir insan olduğunu anlamasına vesile oldu. Anlattığı her şeyi çabucak kavrıyor ve bir daha unutmadığını, başka sohbetlerinde, onun konuşmalarından anlıyordu. Evet, Levent için şaşırtıcıydı ama karısıyla, hem de bu kadar uzun bir süre zaman geçirmekten zevk almıştı. Onun, yaşının küçük olmasına rağmen entelektüel düzeyde, ileride kendisine yetişecek; hatta, ne yalan söylemeli, belki de geçecek kapasitede olduğunu gözlemlemişti. Bu durum, farkında olmaksızın adamı memnun etti.
Sohbetleri, sadece gezdikleri yerlerin tarihleri, medeniyetleri ile sınırlı kalmamıştı. Levent'in, düğün akşamından beri aklına takılı kalan sorular vardı. Köşke gelene kadar nasıl bir hayat yaşamıştı İpek? İlk defa o akşam, bu merak düşmüştü aklına; daha sonra soruları gittikçe arttı, arttı...
Paris'te, Champs-Elysees'de bir kafede oturmuş, hem bir şeyler içiyor, hem de caddeden gelip geçenleri izliyorlardı. Güzel bir Ağustos akşamıydı. Neşeli akan insan selinden başını çevirip karşısında, suyunu yudumlayan kıza baktı. Kahve kızılı, gür saçlarını serbest bırakmıştı. Üstünde basit, gözlerinin rengine uygun, koyu mavi bir tişört ve altında düzgün bacaklarını ortaya koyan kot şortu vardı. Ona ait olduğunu simgeleyen alyans, nedense her seferinde erkeğin dikkatini çekiyordu. Bu güzel, nahif kadın kendisinindi, evet! Ama, değildi de! Bu ikilem, genç adamın canını sıkıyor; ancak, kırılan erkeklik gururu karısına yaklaşmasına da olanak vermiyordu.
"İpek!" dedi, karşısında, halinden memnun oturan kıza. "Annen, ne kadar süre hastaydı?"
Ani gelen soruyla kızın mutlu yüz ifadesi bozuldu, annesinin hatırasıyla gözleri buğulanır gibi oldu. Şimdi bu adam, kocası, durduk yere bunu neden soruyordu ki?
"Beş yıl. Son üç yılı daha ağır geçti." Sesi titremişti.
"Bildiğim kadarıyla uzun süre Fatih'te oturmuşsunuz." Lafının burasında duraksadı, nasıl soracağını düşünüyordu. "Dedenden hiçbir yardım almadığınızı biliyorum, babanın nasıl öldüğünü de... İş yerinden aldığınız tazminatla mı geçiniyordunuz?" İşte, sormuştu!
Onun bu sözlerine kız, mahzun bir şekilde güldü. "Tazminat mı?" dedi acı bir sesle.
"Hayır, tazminat alamadık. Babam, sosyal güvencesi olmadan çalışıyordu. Sağ olsun dedem, bulduğu işlerden çıkarılması için elinden geleni yapmış; o da bu şekilde çalışmaya mecbur kalmış. Evde, onu bekleyen bir eş ve küçük bir çocuğu düşününce, yapılacak başka bir şey yok tabii!" Kız, bunları söylerken üzüntüyle dudaklarını sıkmıştı.
İpek'in söyledikleri, genç adamı şaşırtmıştı. Söylediklerine inanıyordu. Amcasının, istediğinde ne kadar acımasız olabileceğini bilirdi.
"Peki, babanın ölümünden sonra nasıl..." Genç adamın merakı kızı biraz öfkelendirmişti, atılıp lafını böldü.
"Nasıl geçimimizi sağladık, nasıl hayatta kaldık mı? İşte, orası epey zor oldu! Özellikle, zavallı annem için!" Gözlerini kaldırıp karşısında tüm heybeti ve yakışıklılığı ile oturan kocasına baktı, söyleyeceklerinden utanacak değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpek Böceğim (KİTAP OLDU)
ChickLitRomantizm #1# İpek Böceğinin kozası mı yoksa çelik mi daha sağlamdı? Zorluklara en çok hangisi dayanırdı? Her şey zıddını içinde barındırır; varlık yokluğu, güzellik çirkinliği, güçlü zayıfı ve yaşam ölümü... Genç kızın hayatı tam da bunlardan ibar...