******
Aynur, üç gün dayanabilmişti. Sonra o gün, doktorların telaşlı koşturmaları eşliğinde İpek de annesinin yanına girmişti. Onu son görüşü, ellerini son tutuşu olmuştu. Talihsiz kadın sanki uyuyormuşçasına ölmüştü. Kimsesiz başlayan hayatı zorluklar içinde geçmiş ve bir hastane yatağında noktalanmıştı. Hıçkırıklarla hastanın üzerine kapanan genç kızı zorlukla koparıp dışarı çıkarmışlardı.
Küçük bir kalabalığın toplandığı mezarın başında son toprak parçası da çukura atıldıktan sonra hoca dua okumaya başladı. Kuran sesine, ağlayan kadın sesleri karışıyordu. Toprak yığınının başına tahta başlık dikilmiş, yanına diz çökmüş bir kadın, başını eğmiş, boğuk boğuk hıçkırıyordu. Boğazından çıkan kuru feryatları duyanların da gözleri dolmuştu.
"Annem, anneciğim! Beni bırakma, ne olursun anneciğim! Ben sensiz ne yaparım, yapayalnız? Gitme!"
Ekrem Bey, bu manzaraya daha fazla dayanamadı. Arkasındaki adama verdiği işaretle, tekerlekli sandalyesinde, kalabalığın dışına doğru ilerledi. Kederli bir şekilde elleriyle yüzünü sıvazladı, dönerek mezarın başında diz çökmüş torununa baktı. Kızcağız ağlamaktan harap olmuştu.
Cenazeye mahalledeki birkaç komşu ile İpek'in okul arkadaşları katılmıştı. Son anda aklına gelerek Nesrin teyzesini aramıştı. Ancak yaşlı kadın, cenazeye yetişemeyeceğinden gelmemişti. Sanki cenazenin kimsesizliği içine dokunmuş gibi, gökyüzü de ağlamaya başladı. Yağmurla birlikte, hoca hızlıca duaları okuyup bitirdi. Kalabalık, tek tek İpek'in yanına gelip taziyede bulunarak ayrıldı. Mezarlıkta anne kız baş başa kalmıştı.
Genç kız, kan çanağına dönmüş gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Ağlamaktan gözleri şişmiş, o güzel morlar derine kaçmıştı sanki. "Allah'ım, çok şey mi istedim senden? Sadece annemi... Başka kimim vardı? Kime sığınırım, ne yaparım ben? Bundan sonra nasıl yaşarım?" Hıçkırıklarla ağlayıp mezarın toprağını avuçlarında sıkarken yağmur da iyice hızını arttırmıştı.
Ekrem Bey arabanın arka koltuğunda oturmuş, sağanağa dönen yağmura bakıyordu. Sıkkın bir ifadeyle, "Hasan, yağmur hızlandı, İpek'i alıp gel!" dedi. Aynur'un ölümü yaşlı adam için ani olmuştu. Hep en sevdiği varlığı elinden alan kadının ölümüne sevineceğini düşünmüştü; ancak öyle olmadı. İçinde garip bir keder vardı. Suat'tan ona kalan İpek... Her ne kadar annesine benzese de damarlarında Akçacızade kanı geziyordu, o gözlerden kendisine bakan Suat'tı!
"İpek Hanım, dedeniz sizi çağırıyor, çok ıslandınız." Şoför, elindeki şemsiyeyi genç kızın üstünü tutmuş, merhametle bakıyordu. Genç kız, bir süre boş boş adama baktı, ne dediğini algılayamamış gibiydi. Şoför Hasan, karşısında ıslanmış, kedi yavrusu gibi titreyen kızın bir nevi şok geçirdiğini anladı. Uzanıp kollarından tuttu, sarılıp kaldırdı.
"Vah evladım vah! Annenin yerini hiçbir şey tutmaz, bilirim. Allah sabrını verecektir, dayan kızım." Hıçkırıklarla sarsılan vücudu kavrayıp arabaya götürdü. Onun hafif bedenini taşırken, "Bu kıza, doğru dürüst yemek vermemişler anlaşılan," diye geçirdi içinden. Son model Mercedes'in kapısını açıp kızı arka koltuğa oturttu. "Pek iyi değil Ekrem Bey, Zehra Hanım bir sakinleştirici mi yapsa?"
"Eve gidelim de bakarız Hasan," dedi yaşlı adam. Göz ucuyla torununu süzüyordu. Kızın zayıf boynu bükülmüş, başı koltuğun arkasına düşmüştü. Çenesine sızan yaşlardan, uyumadığı anlaşılıyordu.
***
İpek, Akçacızadeler'in köşküne yağmurlu bir günde geldi. Yüreğindeki kederin ağırlığından, etrafına bile bakmamıştı. Her şey bir sis perdesinin arkasında oluyor, kendisi sadece seyrediyordu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpek Böceğim (KİTAP OLDU)
ChickLitRomantizm #1# İpek Böceğinin kozası mı yoksa çelik mi daha sağlamdı? Zorluklara en çok hangisi dayanırdı? Her şey zıddını içinde barındırır; varlık yokluğu, güzellik çirkinliği, güçlü zayıfı ve yaşam ölümü... Genç kızın hayatı tam da bunlardan ibar...