(Bölüm 7)

104K 6.6K 264
                                    


...

Genç adam, on günlük Ankara maratonundan sonra gece yarısı İstanbul'a dönmüştü. Niyeti evdekileri de görüp ertesi gün Etiler'e geçmekti. İstanbul'u özlemişti. Ilık bir duş alıp yattı.

Sabahın erken saatlerinde kalkıp martıların ciyaklayan sesleri eşliğinde sahilde koştu. Yoğun iş temposundan spora vakit bulamamıştı. Mis gibi Boğaz havası, keyfini yerine getirmişti. Üstünde beyaz spor tişörtü ve koyu renk şortuyla bir iş adamından çok sporcuya benziyordu. Yorulduğunu hissedince "Bu kadar yeter," diyerek köşke döndü. Biriken enerjiyi atmanın rehaveti ve bir elinde su şişesiyle kapıyı açtı. Tam adımını içeri atmıştı ki pat diye bir şey göğsüne çarptı. "Hay Allah!" diye bağırdı. Yerde kapaklanmış bir kız çocuğu mu vardı? "Sen de kimsin?" diye söylendi kızgınlıkla.

Yerde duran ufak tefek kız başını kaldırınca siyah kirpiklerle süslenmiş, iri, menekşe moru gözlerle karşılaştı. Şaşırdı! İlk anda gözlerin derinliği, genç adamı yutar gibi oldu. "Bu nasıl bir renk?" Kız kahve kızılı tonlarındaki saçlarını sıkı sıkı arkadan bağlayıp örmüştü. "Saçlarının rengi de bir acayip." Karşısındaki varlık, Allah tarafından sıra dışı renklerle bezenmişti sanki. Bir insan dişisi hakkında bu kadar düşünmek de neyin nesiydi? Genç adam silkinip kendisine geldi. "Şişşt! Kime diyorum? Kimsin kızım sen? Konuşsana!" Annesi bu küçük kızı hizmetçi diye almış olamazdı, değil mi?

İpek'in on günlük aradan sonra okula ilk gidişi olacaktı. Okul kıyafetini giyip sırtında çantası antreye koşturmuştu. Tam dış kapının koluna uzanmışken kapı pat diye açılmış, o da hızla bir duvara çarpmıştı. Düştüğü yerden yukarı baktığında da çarptığı duvarın Levent Akçacızade olduğunu görüp şok geçirmişti. Nasıl geçirmesin? Kız arkadaşlarının hayran olduğu, hele hele Tombiş Güler'in ilah seviyesine çıkarttığı adam, tam karşısında duruyordu. "Harbiden çok karizmaymış, fotoğraflar haksızlık etmiş." Adamın ela yeşil karışımı gözleri, öfkeyle kısılmıştı. Bu bakışların sertliğiyle kendisine geldi, ayağa kalktı.

"İpek!" dedi. "Ekrem Bey'in torunuyum." Ayağa kalkmasına rağmen, adam ona bir baş yukarıdan bakıyordu sanki. Erkeğin, terden kaslı göğsüne yapışmış tişörtüne baktı. Nedense hafif bir rahatsızlık duydu, bir adım geri çekildi.

"Haa evet, amcam bahsetmişti..." Kızı, merakla yukarıdan aşağı süzdü. "Sabah sabah bu acele niye?" diye sordu alaycı bir sesle. Bir hoş geldin bile dememişti. Kızın annesinin vefat ettiğini, yaşanılanları az çok biliyordu. Buna rağmen birkaç teselli kelimesi söylemek çok geldi. Bazı açılardan tam annesinin oğluydu. İpek de zaten böyle bir beklenti içinde değildi. Zayıf omuzlarını silkti umursamaz bir şekilde.

"Okula gidiyorum, geç kalmak istemedim," dedi kız.

"İyi, yürü öyleyse, ne duruyorsun?" Genç adam onun afallamış haliyle dalga geçiyordu. Adamın çekiciliği karşısında apışıp kalmasına sinir oldu. "İyi günler," diyerek bahçeye doğru koştururken, "Kaba herif!" diye söylendi.

Levent, uzaklaşan kızın ardından baktı. Kaç yaşındaydı acaba? On beş, on altı? Pek çelimsiz, ufak tefek bir şeydi. Aslında, genç kızın boyu bir altmış beşti ancak o kadar zayıf ve naifti ki olduğundan daha ufak tefek görünüyordu. "Evde bir çocuğumuz eksikti." Kahvaltıya özellikle kaldı, amcasıyla biraz sohbet etmek istiyordu. Onu gören annesinin asık suratı bile aydınlanmıştı.

"Hoş geldin paşam," dedi oğluna.

"Hoş bulduk valide sultan, nasılsın?" Eğilip annesini öpmüştü gülerek. Ekrem Bey, bu muhabbet manzarasını izledi bir süre, sonra "Ankara nasıl geçti oğlum?" diye sordu.

İpek Böceğim (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin