Büyüyünce değişen her şey üzerimizdeydi. Eski halimizi kaybetmiş olşumuz; yorgunluğumuz, gençliğimiz ve daha pek çoğu, tamamen üzerimizde ve omuzlarımızdaydı.
Ama yorgunluğumuzun mutluluğu ikimizi de rahatlatıyor gibiydi, el ele de değildik. Sadece omuz omuzaydık, kaygıların aramıza girip bizi sinsice yok etmesine izin vermiyorduk.
"Yalnız, Aydın'da niye adam akıllı bir tane bile kalacak bir ev yok?' diye sitem ettim, yine her zamanki durgunluğu vardı üzerimde. Bedenen tamamen yanımdaydı, fakat biliyordum; yine iyi olamıyordu.
"Bir bilsem kıvırcık sevgilim, bir bilsem." dedi, gözlerindeki anlama odaklanmaya çalışsam da olmuyordu. "En azından artık hep birlikteyiz." dedim, onu durdurup kafasını bana doğru çevirmiştim.
Ağlamak üzereydi sanki, ama sıkıyordu kendini. "Özür dilerim." dedim, yine ne için özür dilediğimi bilmeden özür diledim. Gözlerime baktı, kızgın gibiydi ya da başka bir ifadeyle kırgındı.
"Özür dileğinde ne kadar çok kırıldığımı görüyorsun değil mi?" dedi, siyah yağmurluğunun içine daha da sığınmıştı; kendini gizliyordu. Yorgun bedenini, yorgun zihnini gizliyordu.
Ellerimi suratına doğru çıkardım, teni yanıyordu. Belki de, o da yanıyordu. Bilmiyorum. O benim tamamlayamadığım, eksik de bırakamadığım tarafımdı.
"Ben çok mu şımarığım?" diye sordu, çok ciddi duruyordu. Tekrar adımlamaya başlamış, savrula savrula ilerlemiştik.
Bir başka emlak şirketine doğru gidiyorduk, birlikte ev bakıyorduk. Kalacak bir yuva, içine de ufak eşyalar sokacaktık. Fakat o yuvanın içine mutluluk sokmak, sessiz kalmak ve huzur bulmak eşyaları sokmak kadar kolay olmayacaktı.
"Değilsin balım." dedim, bir süre bir şey söylemedi. Biliyordum, söyleyecekleri bitmemişti; o hiçbir zaman bana kendini anlatmak istediği gibi anlatamamıştı. Onu anlayan ben olduğum için 'biz' olmuştuk.
Ama biliyordu, artık bazı şeyleri o da biliyordu. "18. Yaşımda bana ilk kez hediye gönderdiğin günü hatırlıyor musun?" diye sordu, konuyu nereye götüreceğini bilemeyerek kafamı salladım.
Garip günlerdi, değişik günler... Fakat o günden beri; o ve benim hakkımda en iyi bildiğim şey, kaderin bizi bir şekilde bir arada tutmaya çalıştığıydı.
"Çok fazla risk almıştım, ah; çok korkunçtu. Ve hediyeni aldıktan sonra bir daha seninle konuşmayacaktım."
"Aslında üniversitede ayrılmak istediğimde ödeşmiştik de, tek suçlu ben değildim. Bir zamanlar sen de benim hissettiğim şeyleri hissetmiştin." dedi, bu söylediklerinin arkasında neyin yattığını bilmeden kafamı aşağı yukarı salladım.
"Anlıyorum da, konunun şımarık olmanla alakası ne onu anlamadım." dedim, gülümsüyordum ve sırt çantasının da kulbundan tutmuştum. Eh, elini tutamıyoruz diye yüreğini de tutamayacak değildik ya?
"Sadece, hiçbir şey yaşamadan bazı tepkileri vermediğimden emin olmam gerek kıvırcık sevgilim. Senin bir nedenin vardı, annen çok fazla baskılıyordu seni. Fakat ben? Sadece şımarık olduğum, bir şeylerin altından kalkmak için fazlaca güçsüz olduğum için yaptım. Ve on sekiz yaşındayken sevgili bile değildik." diye konuştu, çoğu yerde adeta mırıldanarak söylüyordu tüm söylediklerini; sanki yerin dibini açsalar Atlas da içine girecekti.
"Atlas," dedim ve durdum, fakat o hâlâ yürümeye devam ettiğinde çantasının kulbundan tutup onu da durdurdum. "Senin her zaman nerede yaşadığını, nasıl yaşadığını biliyordum." dedim. Gözlerini kocaman kocaman açmıştı.
"Deniz..." dediğinde onu elimle durdurdum.
"O zamanlar sevgili değildik ama aklından geçen şeyleri yine de biliyordum." dedim, şu an üzerime gelen dürüstlüğün nedenini çözmeye çalışıyordum. Onu koruyabileceğim için miydi? Artık tamamen onun yanında olduğum için miydi?
"Ne geçiyordu?" diye sorduğunda "Büyümemek için çocukken ölmek istiyordun, değil mi? Senin için ölmek için en uygun zaman on sekizdi?" dedim. Sonra da bileğini kavrayıp avucumun içine aldım, yaralar tamamen dokunabileceğim uzaklıktaydı. Tamamen avuçlarımın arasındaydı...
"Belki on sekiz olduğun gün, bu yaralara yenisini açtın ya da sadece daha da derinleştirdin." diye konuştum, derince yutkunmuştu ve sadece tek bir damla gözyaşı çene hattına doğru yol almıştı.
"Ve sana hediyeleri gönderme sebebim sadece seni durdurmak istememdendi, sana bu hediyeleri gönderecek kadar sana değer verdiğimi ve kendine bir şey yaparsan ne kadar da üzüleceğimi, daha doğrusu yok olacağımı bil istedim."
Devam etmemi bekliyor gibiydi, fakat bu sefer de devam etmekte zorlanan bendim. "Annem sen on sekiz olmadan birkaç zaman önce intihar etmeye çalışmıştı, bunun ne kadar da kolay olduğunu ama bunun düşüncesinin ne kadar zor olduğunu bildiğim için seni durdurmak istedim; seni seven ve endişe eden birinin varlığı seni durdurur sanıyordum."
"Aslında intihar etmek için hiçbir sebebim yoktu." dedi, şimdi kaşlarını çatmış ve kendine kızmaya başlamıştı sanki. "İçimde her şeyin en kötü versiyonunu isteyen tarafım bunu yapmıştı, yoksa..."
Devam etmek istiyordu, etmek istediğine; çok daha fazlasını söylemek istediğine emindim. Ama onu durdurup iki elini de avucumun içine aldım. "Atlas, balım... Biliyor musun, hiç önemli değil. Sen normaldin, hâlâ normalsin. Herkes bazen ölmeyi ister."
"Ama ben..." diyeceği sırada tekrar onu durdurdum, bugün konuşmasına hiç de izin vermiyordum; bunu bilsem de devam ettim. "Yakında 24 olacaksın, yine başa döndün belki de. Biliyorum, büyümekten korktuğunu senden çok daha iyi biliyorum."
Kafasını kendime çekip göğsüme yasladım, bir şey söylemedi sadece usulca kafasını göğüs kafesimin üstüne yasladı. "Atlas, sen çok mücadele ediyorsun; biliyorsun değil mi?" dediğimde gözlerime baktı. Çenemin altından attığı bakış tüm kalbime dokunuyor gibiydi.
"Çok mücadele ediyorum değil mi?" diye beni tekrar etti, kafamı aşağı yukarı sallayıp "Bence bizim bildiğimizden de çok hem de." dedim.
***
Ben hiçbir zaman 12-19 Kasım arasını unutmayacağım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALIM
ChickLit"Seni öpeceğim." dedim. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Biliyorum." dedi. "Daha önce seni öpmek aklımda yoktu." dedim. Yine "Biliyorum." dedi. "Pişman olacak mıyız?" dedim. "Bilmiyorum." dedi. Aldığım cevap benim duraksamama neden oldu, bugünü bir pi...