Bölüm-55

74 8 29
                                        

Oda soğuktu, biz sıcaktık. Her şey farklıydı, duygularımın adı yoktu. Bedenimin de öyle.

Fakat ilk kez hayatı yaşıyordum, acelemiz yoktu. Her şey sakindi; bedenlerimiz, nefeslerimiz, duygularımız... Tamamen sakindik.

Bir pansiyonda kalıyor olmak, bir yere ait olamamak şimdilik ikimizin de umrunda değildi. Bu tahta parkeli, fıstık yeşilli duvarları olan, ufak ve arsız pansiyon odasının bizim için tarif edilemez bir değeri vardı.

Çünkü, zamana ihtiyacımız yoktu. Tek yapmamız gereken onu hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamaktı. Anı yaşarken bir ilerisi ya da bir gerisine ihtiyacımız yoktu. Gözlerimizi kapatsak, yan yana dursak ve hiç düşünmesek yeterdi.

Yine güneş yeni yeni doğuyordu, uyanmıştı; her zamanki gibi erkenden kalkmıştı. Her sabah erkenden kalkıyordu, önce duş alıyor ve daha sonra da her gün başka bir şey okuyordu; bazen onu Latince çalışırken, bazen Japonca çalışırken görüyordum. Bir sabah ilk iş kalkıp Kur'an okuyor, ertesi gün de kalkıyor ve tahta masanın ucunda, sarı ve kalitesiz masa lambasının ışığı altında İncil okuyordu. Ve her seferinde de Tevrat için erken olduğunu söylüyordu.

Sonra kalitesiz kahve makinesiyle beyaz kulbu kırılmış fincanla kendine kahve yapıyordu, her seferinde sağlam yerine neden kırık olanı tercih ettiğini sorsam da cevap vermiyordu. Ben uyanana kadar sakince ders çalışıyordu, kahvesini yudumluyor ve bazen ayağa kalkıp birkaç gıcırtılı adımı odanın içine bahşediyordu. Onu gözlüklü görmek çok farklı bir hava katıyordu, ben bazen olduğundan da geç kalkınca usulca dışarıya çıkıyor iki gevrek simit alıyor, çay hazırlayıp kahvaltıyı da masaya bırakıyordu.

Bana değişik şeylerden bahsediyordu, bir gün Hamlet hakkında konuşuyoruz; başka bir gün de kader ve din arasındaki ilişkiyi. Bazen İslam'ı eleştiriyor, ertesi gün de bambaşka bir şeyi eleştiriyordu. Susuyordum, onu dinliyordum. Bazen literatür taramaları yapıyordu, hiç olmayan bir günde sanat tarihi hakkında konuşmaya başlıyordu.

Bazen de ufak, sakin bir müzik açıyordu. Genelde jazz müzik tercih ediyordu, tek plağını geçici dolabımızın en üstüne koymuştu; başına bir şey gelsin istemiyordu. Beni hep ilk başta gözlerimden öpüyordu, uykum derin olduğu için çabucak kalkamıyordum. Günde belki de beş saat uyuyordu, bedenini buna nasıl alıştırmıştı en ufak fikrim bile yoktu.

Ona uyum sağlıyordum, o tüm güne sakince başlarken yatakta uzanıyordum. Yatağa onun kokusu sinmiş oluyordu, aromalı sigaranın kokusunu tüm içime çekiyordum. Sonra yataktan huzursuz bir biçimde kalkarken ufak bir sigara da ben yakıyordum. Yatağa onun ve benim kokumuzun sinmiş halini son kez içime çekiyordum.

"Günaydın." diye fısıldadım, yine,pencerenin kenarındaki kahverengi tahta masanın ucunda oturan Atlas'a dönerek. Tahta sandalyede yan dönüp gözlerini bana dikti, suratı kızarmıştı. Sakindi.

Her halini çok daha iyi anlamaya başlamıştım, belki de bugüne o kadar da iyi başlamamıştık. Ama önemli değildi, Atlas nasılsa ben öyle, ben nasılsam Atlas da öyleydi.

"Günaydın kıvırcık sevgilim." dedi, sondaki 'm' harfini uzatarak bana yaklaştı, beyaz çarşafların arasına kendini atmış ve yanıma uzanmıştı.

"Ev bakmaya gidecek miyiz?" dedim, son bir haftadır olan rutinimizi bugün ufacık da olsa bozmak istiyordum. Her gün aynı umutsuzlukla, bütçeye uygun ve Atlas'ın hayallerini az da olsa karşılayacak bir yer bulma konusunda değişik bir inatçılığa sahiptim. Gerçi Atlas benim kadar takıntılı değildi, o her şeyin istediği gibi olmayacağını biliyordu. Ama ben öyle değildim, hep hayata karşı kazanmak ve bir şeyleri elde etmek istiyordum.

"Bugün bir şey yapmama günü mü olsa?" diye sordu, çarşaflara daha da sarılmış ve kolunu karnımdan geçirerek bir koalanın ağaca tutunması gibi bedenime tutunmuştu.

Eh, ne de olsa bu Atlas'tı. Dün gece hem fizyoloji, hem İngilizce hem de Latince çalışmış olabilirdi ama bu sabah tam tersi bir şekilde uyanmıştı.

Beyaz, kulbu kırık fincan ufak tezgahın üzerinde hâlâ duruyordu; çalıştığı anatomi atlasının kapağı kapalıydı. Fakat beyaz kağıtlar üzerine italik, ince harflerle kelimelerce yazı yazılmıştı.

Atlas buydu, dün gece hiç olmadığı biriydi. Belki de sadece bu sabah hiç olmadığı biriydi. Gerçi dün gece, bugünkü kişi için hiç olmadığı biriydi.

Ve ben bunu seviyordum, Atlas'ın bu her şey halini; tahmin edemediğim versiyonlarını çok seviyordum.

"Dün gece sayıklayıp durdun." dedi bana, hâlâ sarılmaya devam ediyor ve benden uzaklaşmıyordu. Tenini, kokusunu tamamen hissediyordum. Saçlarından şampuan kokusu geliyordu, en azından duşunu almıştı.

"Ne dedim?" diye sordum, ellerimi saçlarına atmış ve usulca karıştırmıştım. Cevap vermedi, üstlemedim de.

"Kahvaltı yapmamız gerek." diye mırıldansa da daha da bedenime yaklaşmış ve uyku pozisyonu almıştı.

***
Öylesine vize haftasına sıkışmış ufak bir bölümm🥹

***Öylesine vize haftasına sıkışmış ufak bir bölümm🥹

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin