Gözlerimi açtığımda bilmediğim bir yerdeydim. Burası gri mavi ağırlıklı bir yerdi. Etrafta birçok kitap, DVD vardı. En son barda Yiğit ile yaptığımız konuşmayı hatırlıyordum.
Yatakta iyice doğrulup kapıya doğru yönelmiştim ki üstümdeki kıyafetlerin bana ait olmadığını fark ettim. Bana neredeyse dört beden büyük gelen siyah bir tişört üzerime tunik gibi olmuştu zaten. Kapıyı açmamla Yiğit'i karşımda görmem bir olmuştu. Elinde koca bir tepsi ile bana bakıyordu.
"Uyanmışsın. Sonunda." dedi çok soğuk bir ses tonuyla.
"Kahvaltılık bir şeyler hazırladım. Al. Ye."
Neydi bu şimdi? Tamam, öküz ol da bu kadar olma bari."Köpeğinle konuşuyormuş gibi davranmaya devam edeceksen, hayır teşekkür ederim, yemeyeceğim."
"Evimde dolaşılmasından hoşlanmam. O yüzden sen yapmadan ben hazırladım kahvaltını. Çok bir şey değil zaten otur ye, sonra konuşacağız."
Tepsiye alttan vurup her şeyi etrafa saçmam bir olmuştu. Bu ses tonu babam denilecek o adamdan başkasını hatırlatmıyordu bana. Evet, belki Yiğit farklıydı. Onun amacı konuşmak için öz hazırlık olabilirdi, ama babamınki... Daha fazla dövebilmek için gücümün yerinde olmasını sağlamaktı. Güldüm.
"Benimle böyle konuşmaya devam etme demiştim. Şimdi çık odadan üstümü değiştirip evime gidicem. Kendi evimde bir şeyler yerim."
Kapıyı suratına çarpıp hızla üstümü değiştirmeye koyuldum. Tişörtü üstümden sıyırmamla kapının gürültülü bir şekilde açılması bir oldu.
Yiğit hızla üzerime yürümeye başladığında ciddi anlamda korkmuştum. İç çamaşırlarımla karşısında dururken şuan bunun bir önemi yokmuş gibi düşündüm. Zaten Yiğit de direk gözlerimin içine doğru bakıyordu.
Hışımla beni duvara itmesiyle ağzımdan ince bir çığlık kaçtı.
Kafayı falan mı yemişti! Bileklerimi sıkı sıkıya tutup ellerimi başımın üstünde birleştirdiğinde konuşmaya başladı.
"Sakın bir daha bunu yapma. Sakın!"
Gözlerimden yaşlar akıyordu. Her damlanın nedeni ise o lanet olası anılardı.
Yiğit, ağlamamı anlamış olacak ki sıktığı bileklerimi biraz gevşetmişti.
"Senin bana bunu yapmaya hakkın yok tamam mı?! Seni de kahvaltını da istemiyorum. Dokunma bana, lütfen..." dedim ağlarken.
Yiğit ellerimi bırakmış olanca gücüyle bana sarılmıştı. Ben ise ellerimi iki yanımda bırakmış kafamı göğsüne yaslamış ağlıyordum.
"Ağlama. Ağlamanı istemiyorum. Sadece konuşmak istiyorum. Bana anlatmadığın çok şey var Elif. Eğer onları bilmezsem sana yardım edemem. Anlıyor musun? Edemem."
Yardım etmek... Yiğit bana yardım edecekti öyle mi? Hem de bu şekilde?
"Yardımını istemiyorum. Kimsenin bana acımasını, yardım etmesini, yaralarımı sarmaya çalışmasını istemiyorum. Yapamazsınız. İmkânsız."
"Yaparım. İzin ver yapayım."
Ses tonu çok şefkatliydi. Niye bu kadar ağlıyordum şimdi? En son pes ettim.
"Tamam, anlatacağım. Ama kendimi kötü hissettiğimde soru sormayı bırakacaksın, anlaştık mı?"
Yiğit vücudunu vücudumdan ayırdığında gözlerindeki mutluluğu görebiliyordum.
Alnıma bir öpücük kondurup üstümden çıkarttığım tişörtü bana geri verdi. Bunu yaparken kaçamak bir bakış da atmayı ihmal etmemiş beni utandırmayı başarmıştı.