Tenime değen soğuk hava...
Burnuma dolan deniz kokusu...
Boynumun altında hissettiğim güçlü kollar...
Geçen morluklarım...
Bir daha kanamamak üzere kabuk bağlayan yaralarım...
Yiğit'in alnımda duran dudakları...
Saçlarımı okşayan elleri...Huzur buydu işte. Mutluluk buydu.
İlk kez kendimi tam anlamıyla mutlu hissediyordum. Bu... Uzun zamandır tatmadığım bir histi.
Babamla barışmamız üzerinden aylar geçmişti.
Halletmesi gereken işler olduğunu söyleyip yurt dışına çıkalı ise yaklaşık iki hafta oluyordu. Giderken alnıma bir öpücük bırakmış beni sevdiğini söylemişti. O anı çerçeveletip yıllarca bakmak istemiştim.
Aralık ayındaydık. Bulunduğumuz sahil yazın olsa insan dolup taşardı fakat şuan Yiğit ve benden başka kimse yoktu.
Yiğit dün gece evime gelmiş beni bir yere götüreceğini söylemişti. Arabayla buraya geldiğimizde ne yapacağımıza anlam verememiştim. Daha sonra bagajdan çıkardığı şişme yatağı, aşırı kalın olan battaniyeleri, baya para harcamış olduğunu düşündüğüm şarabı ve kadehleri kuma serince keyif yapacağımızı anlamıştım.
Hava aydınlanmak üzereydi ve biz çoktan şişeyi yarılamış battaniyenin altında öylece yatıyorduk.
"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Yiğit ortamdaki sessizliği bozup beni düşüncelerimden çekip çıkartırken.
"Hiç olmadığım kadar mutlu." dedim yüzüme yayılan gülümsememle. "Peki ya sen?"
"Hiç olmadığım kadar huzurlu." dedi saçlarıma bir öpücük yerleştirirken.
"Üşüdün mü?" diye sordu bu sefer.
"Hayır, üşümedim."
"İyi. Çünkü ben o erkeklerden değilim."
"Pardon, hangi erkeklerden?" dedim kaşlarımı çatıp ona bakarken.
"Şu ceketini falan verenlerden ya da battaniyenin hepsini üzerine serecek olanlardan."
"Öküzsün, biliyorsun değil mi?" dedim yüzündeki muzip ifadeye daha da sinirlenirken.
"Evet, ama senin öküzün."
"Benim öküzüm." dedim kaşlarımı çatmayı bırakıp benimde yüzüme bir gülümseme yerleşirken.
Yiğit battaniyenin altında beni daha da sıkı sarmalarken güneş tam anlamıyla doğmuştu. Tam gözüme gelen parlaklıkla ellerimi siper etmiş, Yiğit'e daha da saklanmıştım.
O ise bu hareketime içten bir kahkaha patlatmış boynundaki yerimi almama yardımcı olmuştu.
Dakikalar birbirini takip ederken Yiğit'in telefonun sesi kulaklarımızı doldurdu. Kot pantolonun cebinde olan telefona zar zor ulaşıp kulağına götürdüğünde arayanın Yaprak olduğunu gördüm.
O ismi ekranda görmek bile kıskançlık tohumlarının içime ekilmesine yetiyorken, bir de şuan onunla konuşuyor olması... Neyse, tamam sakinim.
"Efendim?" diyerek yanıtladı Yiğit telefonu.
Başka zaman olsa bütün kabalığıyla konuşan insan, Yaprak arayınca tam bir İstanbul beyefendisine dönüşüyordu.
"Şuan gelemem."
"Çok mu acil?"
"Tamam. Yarım saate oradayım."
Yaprak'ın ne deyip onu ikna ettiğini düşündüğüm sırada Yiğit dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Vereceğim tepkiyi ölçüyor gibiydi.