"... Biliyorum, yayına girmeyi çok ihmal ettim. Bunun için sizlerden özür diliyorum. Hayatıma öyle biri girdi ki onunla vakit nasıl geçiyor anlayamıyorum. Sizden gelen çok fazla mesaj var, çoğu aynı soru olduğu için yanıtlama gereği duyuyorum. İyiyim. Gerçekten. Uzun zamandır kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim. Anlayacağınız o ki ben yol arkadaşımı buldum, sizin de en yakın zamanda bulmanızı dilerim. Duman - Melankoli ile hepinize iyi geceler."
Arkama yaslanıp bende Kaan'ın o sesinin ruhuma işlemesine izin verdim. Yiğit'in kahvelerimizi getirdiğinin farkında bile olmamıştım.
"Yol arkadaşından bir kahve?" dedi gülümseyerek.
Burnumdan kesme aldığında huylanmış bende gülmeye başlamıştım. Gıdıklanan bir insan olduğumu kabul ediyorum, evet.
"Yoksa sen... Gıdıklanıyor musun?" dedi Yiğit sırıtarak.
Yoo, hayır bu sırıtış hayra alamet değildi. Aniden evin içinde koşmaya başladım. Yiğit de peşimden geliyordu. Tam salona varmıştım ki ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Yiğit beni kucağına almış koltuğa yatırmıştı.
Gıdıklamaya başladığında nefesimin kesileceğini düşünmüştüm. Allah'ım neden bu kadar gıdık almak zorundaydım sanki? Yiğit üzerime çıkıp yüzünü yüzüme yaklaştırdığında karnım ağrıyordu.
"Çok güzelsin." dedi saçlarımı okşarken.
"Yüzündeki her noktayı santim santim ezberlemek istiyorum..."
Dudağıma masum bir öpücük kondurduğunda hala gülüyordum. Yiğit öpüşlerini sıklaştırıp, tişörtümü sıyırmaya kalktığı sırada telefonunun sesi odayı doldurdu. Yiğit her ne kadar açmak istemese de telefon ısrarla çalmaya devam edince üstümden kalkıp telefonu açtı.
"Ne var lan?"
"Tamam, bir saate geliyorum."
"Tamam dedik ya oğlum."
Kısa süren bu konuşmanın ardından Yiğit tekrar yanıma geldi.
"Burak'ın yanına gitmem gerek. Akşama seni almaya geleceğim, 8 gibi hazır ol tamam mı güzellik?"
Yanağıma kondurduğu öpücükle evden çıkmıştı. Bende kendimi banyoya bırakmıştım. Saat sekize yaklaşırken bende kendimi yine gardolabımın karşısında bulmuştum. Altıma giydiğim kot görünümlü taytım, üstüme giydiğim beyaz salaş gömleğim ve beyaz converselerim ile hazırdım. Saçlarımı kurutma gereksinimi duymadan salık bırakmıştım. Uzun kahve çantamın içine telefonumla anahtarımı attığımda kapının zili çaldı.
Yiğit üstüne giydiği mavi bir tişört ve kot pantolonu ile bana bakıyordu. O gözler... Giydiği tişörtle daha da ortaya çıkmıştı. Birbirimize sarılırken sanki uzun zamandır görüşmüyor gibiydik.
"Sen saçlarını kurutmadın mı?" dedi Yiğit tek kaşını havaya kaldırarak.
"Imm... Gideceğimiz yere geç kalmıyoruz değil mi?" dedim en tatlı yüzümü takınarak.
"Bana sakın öyle bakma bunu daha sonra konuşacağız. Dua et ki haklısın küçük cadı, geç kalıyoruz."
Arabadan indiğimizde hava çoktan kararmıştı. Yiğit bundan sonraki yolun toprak olduğunu bu yüzden yürümemiz gerektiğini söylemiş, elimi tutarak beni ağaçlık alanların içine sokmuştu. Aradan bir süre geçtikten sonra aydınlık bir yere gelmiştik. Karanlığa alışan gözlerim ilk başta idrak edemese de daha sonra etrafı incelemeye koyulmuştu.
Etrafta dallardan dallara uzanan ışıklandırmalar, kurulmuş kocaman bir çadır, çadırın önünde iki kişi için hazırlanmış bir masa ve kamp ateşi vardı. Anlamayan gözlerle kafamı Yiğit'e çevirdiğimde bana doğru bir kutu uzatmış olduğunu gördüm.
"Birinci doğum gününü mahvettin, ikinciyi mahvetme. Birlikte daha güzel zamanlar geçirmemiz dileğiyle, iyiki doğdun." dedi Yiğit.
Ağlamama engel olamamıştım. Yiğit'in uzattığı kutuyu elime alıp açmaya başladım. Bu bir saatti. Ama özel bir saat. Akrep ile yelkovanın uçlarındaki yazılar dikkatimi çekmişti önce. 'Yiğit ile birlikte' yazıyordu. Şaşkınlığım Yiğit'in kendi bileğini de bana uzatmasıyla ikiye katlanmıştı. Aynı saatten onda da vardı. Tek fark onda 'Elif ile birlikte' yazmasıydı.
"Bunlar... Çok güzel. Yiğit çok teşekkür ederim." dedim kollarımı boynuna dolarken.
Yiğit ise saçlarımın arasından konuşmuştu.
"Seninleyken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. İkimiz içinde faydalı olur diye düşündüm. Bu saatlerin durduğu gün bil ki kalbimin durduğu gündür."
Yüzünü yüzümden ayırıp alnıma bir öpücük kondurdu. Mutluluktan ölmek diye bir şey varsa her an yaşayabilirdim bu ölümü.
"Hadi yemeğimizi yiyelim ikimizde acıktık." dedi ve beni masaya doğru götürdü.
Saatler boyunca süren sohbetimiz, kahkahalarımız yemeğimizi bitirmekle son bulmuştu. Kolumdaki mükemmel saate baktığımda saatin onikiyi geçtiğini gördüm, tabiki de Yiğit ile birlikte.
Yiğit beni usulca çadırın içine soktuğunda yanaklarımın yandığını hissettim. Çünkü yine üzerime doğru gelmeye başlamış çok güzel olmamla ilgili cümleler kuruyordu. Ki bu hareketler Yiğit Derin dilinde tek bir anlama sahipti. 'Benim ol.'
Anlık bir saniye içerisinde kendimi Yiğit'in altında uzanırken bulmuş boynuma arzu dolu öpücükleri kondurmasına izin vermiştim ta ki telefonumun sesi çadırın içine dolana kadar.
"Siktir. Kim bu saatte arayan şimdi?"
"Bilmiyorum, ama merak etmedim desem yalan olur. İzin verirsen... Açabilir miyim?" dedim umut dolu gözlerle ona bakarken.
Telefonu bana doğru uzatmasıyla bunun bir evet olduğunu anlamıştım. Ekrana baktığımda numaranın kayıtlı olmadığını gördüm.
Yanıtladığımda ilk başta ses alamadım. Yiğit de merakla beni izliyordu. Karşı taraf konuşmaya başladığında kendimi yere çakılmış gibi hissettim.
"Sana benden kaçabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun demiştim. Kızım."
Son kelimenin üstüne basa basa söylemiş ve telefonu kapatmıştı.
Yiğit bana ne olduğunu sorduğunda tek yanıtım 'sanırım, bu doğum günümü de mahvetmek üzereyim.' olmuştu.