Doğumhane kapılarında içeriden gelecek mutlu haberi bekleyen insanlar vardır. Tebrikler! Baba oldunuz. Bu cümlenin yanlışlığını çoğu kez düşünmüştüm. Çünkü isteyen herkes evlat sahibi olabilirdi, ama baba olmak kutsal bir işti.
Şimdi ise benim acı çekmemi dört gözle bekleyen bu adam daha benim bile tam olarak tanımadığım insanlara kendini babam diye tanıtmıştı.
"Elif. Bu o mu?" dedi Yiğit yanımda.
Onun sesiyle düşüncelerimden ayrılmıştım. Başımı aşağı yukarı sallamamla ağzından bir küfür çıkması bir oldu. Serkan, Yeliz, Yaprak, Burak hatta Derya ve Çağatay bile kendilerini tanıtmışlardı.
"Ah... İşte Elif de buradaymış." dedi bütün yapmacıklığıyla. "Şehir dışında olduğumu biliyordu da görünce şaşırdı herhalde. Gelsene kızım, bir sarılalım?"
Pis pis sırıtışı yüzüne daha da yayılmıştı.
Ellerimi Yiğit'in ellerinden çekip ona doğru yürümeye başladım. Birbirimize sarıldığımızda o pahalı parfüm kokusu burnumu doldurmuştu. Yalandan bile olsa çok uzun bir süredir ilk kez babama sarılıyordum. Bu his... Garipti.
Birbirimizden ayrıldığımızda herkes bize bakıyordu. Zehirli bir yılandan farksız olan gözlerini bana çevirdiğinde ürpermiştim. Bana bakarak konuşuyordu ve bu tüylerimi diken diken yapıyordu.
"Gençler, bugünlük Elif'i affedeceksiniz çünkü onu buradan kaçırıyorum."
Kaçırıyorum... Nedense bu kelime bana hiç samimi gelmemişti. Herkes onun bu sözüne razı olmuş görünüyordu, ne kadar tatlı olduğumuzu söyleyenler bile vardı. Gerçekten bu kadar saf mıydı bunlar?
"İstersen, bende geleyim. Yanında..." dedi Yiğit lafını tamamlayamadan.
"Aslına bakarsan delikanlı, kızımla birlikte vakit geçirmek istiyorum. Anlarsın ya, baba-kız hasret gidermeliyiz." dedi Sezgin Bey o yemyeşil gözlerini Yiğit'e çevirerek.
Beni iteklemeye başladığında Yiğit'e sorun yok manasına gelen bir bakış atmıştım. Herkesle vedalaştıktan sonra elbisemi üzerime geçirip eşyalarımı da alıp oradan uzaklaşmaya başladık.
Ben önde babam arkada buraya geldiği arabasına doğru ilerliyorduk. Bu sefer farklı bir şoför vardı. Kapımı açmama yardım etmesi üzerine kendimi koltuklardan birine attım.
Aslında bu bir limuzindi. Sezgin Bey'in bu kadar parayı hangi ara yaptığını gerçekten merak ediyordum. Önceden saygın bir doktordu. İşinden istifa ettiğini gazetelerden okumuştum ama şuanki işi hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Kendisi de karşımdaki koltuklardan birine oturunca araba çalışmaya başladı. Bana kalsa onunla değil konuşmak aynı havayı bile solumak istemiyordum ama o benimle aynı kanaatte değildi.
"O arkadaşınla... Mutlu görünüyordun. Yanılıyor muyum?" dedi tek kaşını havaya kaldırıp gözlerini gözlerime dikerek.
Mutlu olmam onu rahatsız etmişti. Bunu hissedebiliyordum.
"Evet. Mutluydum. Hem de hiç olmadığım kadar." dedim bende kararlı bir ses tonuyla.
İnkâr etmemi bekliyordu. Mutsuz olduğumu, çok acı çektiğimi söylememi istiyordu ama yapmayacaktım. Güçlüydüm ben ve ondan korkmayacaktım.
"Annenle o lunaparka giderken olduğundan daha mı mutluydun?" dedi vahşi bir ses tonuyla.
İşte başlıyorduk. Asla vazgeçmeyecekti. Her seferinde bana buradan vuracaktı.
Bu sözü üzerine cevap vermedim, veremedim. O da bunu anlamış olacak ki sadece başını salladı ve kafasını cama çevirdi.
Yaklaşık 1 saattir yoldaydık. Hava iyice kararmıştı ve ben nerede olduğumuzu bilmiyordum. Araba durduğunda ikimizde dışarı çıkmıştık.
Etrafta canlılık belirtisi veren hiçbir şey yoktu. Terk edilmiş bir arazide gibiydik. Etraf çok karanlık olduğu için etrafta ne olduğunu da seçemiyordum.
Büyük kapısı olan bir yerden içeri girdik. Evet, şuan tam anlamıyla korkuyordum. Yanımda cellâdım, daha nerede olduğunu bile bilmediğim bir yerdeydim. Bravo!
Sezgin Bey'in birine el işareti yapmasıyla etraf aydınlanmıştı. Burası bir... Lunaparktı.
"Bunlar sana tanıdık geldi mi?" dedi yine o kışkırtıcı ses tonuyla.
Şaşkındım. Konuşamıyordum. O günü unutmam zaten mümkün değildi ama şuan her şeyiyle karşımda duruyordu.
"Sen söylemeden söyleyeyim. Evet, hepsini satın aldım. Bana pahalıya mal olduğunu söylemiştim. Ama değer değil mi? Sonuçta tek kızımsın."
Konuştukça kalbime bir şeyler saplanıyordu. Kolumu sıkıca kavrayıp beni etrafta gezdirmeye başladı. Atlıkarınca, çarpışan arabalar, gondol... Hepsi buradaydı. Son olarak onun önüne geldiğimizde tam anlamıyla bağırıyordu.
"Şimdi anneni buna binmek için nasıl ikna ettin onu anlatacaksın! Yükseklik korkusu olduğunu bile bile! Anneni bu dönme dolaba nasıl bindirdin hepsini anlatacaksın duydun mu seni küçük yılan!"
Titriyordum. Kolumu o kadar çok sıkıyordu ki kopacak gibiydi.
"Baba... Yapma... Ne olursun... Benim... Hiçbir suçum yok... Düşünemedim, gerçekten. Özür... Dilerim."
Evet, yalvarıyordum hem de vücudumdaki tüm gözyaşını akıtıyormuş gibi hissederken.
Ayaklarına kapanmıştım, bunu yaptığıma yarın pişman olur muydum bilmiyorum ama yarını görebileceğim bile kesin değildi.
"Ayağa kalk. Sakın bana yalvarmaya kalkma. Annen senin yüzünden öldü. Kalp krizi geçirdi ve öldü çünkü sen ısrar ettin. Duydun mu beni? Onun katili sensin!"
Ayağıyla karnıma bir tekme savurmasıyla geriye doğru yatmıştım. Beynim, kalbim, karnım... Her yerim acıyordu artık dayanamıyordum.
Saçımdan tutup beni sürüklemeye başladığında kendimi çok iğrenç hissettim. Katildim ben. Öz annemin katili.
Ayağa kalktığım sırada beni kabinlerden birine atarcasına bırakmıştı. Çıkmak için bir çaba bile vermiyordum. Yorulmuştum, ciddi anlamda yorulmuştum.
"Annen burada bedenini kaybetti. O bana aşkla baktığı gözlerini burada yumdu. Ama bu sadece bedenen bir ölümdü bunu gerçek bir ölüm yapacak olan sensin. Ruhunu kaybedeceksin Elif, benliğini kaybedeceksin. Mutlu olmak senin lügatinde yok küçük kızım. Bunu her unuttuğunda sana hatırlatmak için yanında olacağım. Buna emin olabilirsin."
Son sözleriyle dönme dolap çalışmaya başlamıştı. Aşağıya baktığımda minicik görünüyordu. O benim gözümde dağ gibi olan adam şimdi bir noktadan farksızdı.
Dönme dolap tam zirvede durduğunda Sezgin Bey çoktan uzaklaşmıştı bile.
Beni burada, ölümümle baş başa bırakmıştı.
Bayramınızı şimdiden kutlarım ailenizle birlikte güzel sağlıklı günler geçirmenizi dilerim! Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, sizi çok seviyorum!