Şu hayatta sevmediğim tek bir yer varsa o da hastanelerdi.Kaç saattir baygındım bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda Yiğit'in karşı koltuklardan birinde uyuduğunu gördüm. Başımda feci bir ağrı vardı. Tam yatakta doğrulacaktım ki içeriye bir doktor girdi.
"Uyanmışsınız Elif Hanım. Sevgiliniz hiç uyanmayacaksanız diye çok korkmuştu."
Sevgilim mi? Korkmak mı? Tanrı aşkına ben kaç saattir uyuyordum ki?
"Affedersiniz ama ben kaç saattir uyuyorum?"
"2 gündür bu haldesiniz Elif Hanım. Sıkıntı ve stresin getirdiği vücudunuzdaki kasılma bayılmanıza sebep olmuş. Merak etmeyin ama sağlık durumunuz gayet iyi. Önereceğim tek şey, üzüntüden uzak durmak."
Üzüntüden uzak durmak mı? Güldürme beni.
Doktor, dışarı çıktığı sırada Yiğit gözlerini açmıştı. Beni yatakta oturur pozisyonda görünce aniden yanıma gelip elimi tuttu.
"Uyanmayacaksın diye... O kadar korktum ki... İyi misin?"
"Bilmiyorum. Nasıl olduğumu bilmiyorum. Tek bildiğim..." Elimi ellerinin arasından çekip yüzümü cama doğru çevirdim. "Sana bunu yapamam Yiğit. Olmaz. Ben bataklığın dibindeyim. Boşuna kurtarmaya çalışma beni. Kurtaramazsın."
Yiğit yüzümü yüzüne çevirdiğinde ağlıyordum. O da benden böyle bir itiraf beklemiyormuş gibiydi.
"Kendini nerede gördüğünü bilmiyorum. Ama olduğun tek bir yer var. Orası da burası." dedi kalbini göstererek. "Ve buranın... Kapıları kilitli. Çıkamazsın. İzin vermem."
Bana sarılmasıyla ağlamam şiddetlenmişti. Onu kaybetmek istemiyordum elbette ama ona bunu yapmaya hakkım da yoktu. Bu işi bitirmek zorundaydım. Bu yüzden kendimi geri çektim.
"Git Yiğit. Lütfen git." Suratına bakamıyordum bile.
"Elif... Yapma..."
"Sana git dedim. İstemiyorum seni anlamıyor musun? Git!" Ses tonumu sonlara doğru arttırmıştım.
Yiğit yataktan kalkıp kapıya doğru ilerlemişti bile. Kapıyı arkasından sertçe kapattı. Birkaç saat olduğum yerde yattıktan sonra doktorlar çıkabileceğimi masrafların da isimsiz biri tarafından ödendiğini söylemişlerdi. Yiğit'ten başkası olamaz diye geçirdim içimden.
Yataktan doğrulup odanın içinde gezinmeye başladım. Dolaptan aldığım kıyafetlerim ile üstümdekilerden kurtulduğumda rahatlamıştım.
Hastaneden çıktığımda bir taksi durağı aradım. Tam bulmuş durağa doğru ilerlerken yanımda siyah bir arabanın durması bir oldu. Camlar da siyah olduğu için içeride kim olduğunu çözememiştim. Şoför arabadan inip yanıma geldiğinde korkmuştum.
"Sezgin Bey sizi bekliyor efendim, lütfen arabaya binin."
Tam hayır diyecektim ki konuşmaya devam etti.
"Hayır'ı bir cevap olarak kabul etmeyeceğini de söyledi efendim. Siz daha iyi bilirmişsiniz, öyle söyledi."
Haklıydı. Ondan kaçamazdım. Kaçsam da bulurdu. Şimdi bulduğu gibi. Bu yüzden gitmeyi kabul ettim.
Arabada ilerlerken düşünüyordum. İstanbul büyük bir şehir değil miydi? İnsanların birbirini bulması nasıl bu kadar kolay oluyordu? Arabanın izlediği yol bildiğim yerler değildi. İçimden bir his ölümüme doğru gittiğimi söylüyordu. O günleri hatırlayınca tüylerimin ürperdiğini hissettim.
Aslında her şey 12 yaşımdayken başlamıştı. O lanet olası lunaparka gitmekte ısrar etmeseydim bunların hiçbiri olmayacaktı. Her gece Allah'a dua etmiş, diğer babalar gibi kendi babamında beni sevmesini dilemiştim. Bana bir daha vurmamasını, üstümde o lanet sigaralarını söndürmemesini, benden tiksindiği bir şeymişim gibi bahsetmemesini dilemiştim.