gördüğüm mesajla titreyen ellerimden telefon kayıp yere sesli bir şekilde düşmüştü.
"sevgilim, bir şey mi oldu o ses neydi?"
barış'ın sesi kafamda çınlıyordu, gerçekten de öyle bir şey yapmış mıydı? daha yeni kavuşmuşken bunu bana yapmış mıydı yani? sorusuna cevap vermediğim için gülümseyerek elindeki şarap şişesiyle içeri giren barış'a bakakalmıştım. elindeki şişeyi masaya bıraktı ve yüzündeki gülümsemeyi yavaş yavaş soldurup bana doğru yaklaştı. sinirden dolmuş gözlerimi saklayarak ayağa kalktım.
"sarı, ne oldu iyi misin sen?"
elini uzatıp kolumu tutmaya çalışınca hırsla sert bir şekilde kolumu kendime doğru çektim ve geri geri gittim. barış, kaşlarını çatıp dişlerini kırmak istercesine çenesini sıkmaya başladı. ne olduğunu anlamaya çalışıyordu şu anda.
"semih, son bir kez soruyorum ne oldu? gözlerindeki bu ifade de neyin nesi?"
yaklaşıp göğsüne ardı ardına vurmaya başladım bir yandan da küfürler savuruyordum, bileklerimi tutup göğsünün üzerinde birleştirdi.
"semih sikeyim, sinirleniyorum ne oldu bir anda?"
bileğimi elinden kurtardım ve titreyen ellerimle telefonu çıkarttım bilinmeyen numaradan gelen mesajı açıp gözüne doğru tuttum. elimden telefonu alıp çatık kaşlarıyla mesajı okudu. gözlerinden okuduğu mesajın aksini iddia eden bir ifade yakalamaya çalıştım ama o ifadesiz bir şekilde mesajı tekrar tekrar okuyordu. aldığım nefes boğazıma batmaya başlamıştı, ben o gözlerinden her şeyi anladığım adamın ilk defa bu kadar bana yabancı olduğunu hissetmiştim. ellerimi boğazıma dayayıp nefes almaya çalıştım sanki bir el boğazıma yapışmıştı ve ölmem için daha hızlı sıkıyordu. midem ağzıma geliyordu acilen hava almam lazımdı. karşımdaki adam yavaşça kafasını kaldırdı gözlerindeki ilk defa bir ifade canımı yakmıştı, kırgınlık.
"semih, beni dinlemek zorundasın."
ellerimi kafamın iki yanına yaslayıp kahkahalar eşliğinde gülmeye başladım gerçekten delirmiş gibi hissediyordum.
"bu saatten sonra senin hangi yalanını dinleyeceğim, şerefsiz herif?"
yapma der gibi kafasını iki yana sallıyordu ve ellerimi tutmaya çalışıyordu. bağırıp masanın üzerinden bir bardak alıp ona doğru salladım.
"dokunma bana bunu kafana atarım, uzak dur benden bu saatten sonra."
boşluğumdan yararlanarak bana doğru bir adım atınca elimdeki bardağı ona doğru fırlattım. kafasının yanından sıyırarak geçen bardak yanağını çizmiş ve duvara çarparak tuzla buz olmuştu. yanağındaki çizikten kanlar akıyordu ama o hâlâ bana ulaşmaya çalışıyordu. titreyen ellerimle zar zor telefonumu alıp kapıya doğru yürümeye başladım.
"semih, pişman olacağın şeyler yapıyorsun. beni bir dinle gözünü seveyim."
canı yanıyordu ama hâlâ bana kendini açıklamaya çalışıyordu şu an onu dinlemek istemiyordum sinirliyken beni manipüle edecekti sevgimi kullanıp sözlerine inandıracaktı.
"o fotoğraftaki kuzenim ipeğin kardeşi izel. bana takıntılı aşık. kuzenim de olsa dinlemiyor beni. seni öğrenince çıldırdı ne yapıp edip sana ulaşmış işte. o fotoğrafı da boşluğumdan yararlanarak çekmiş ben orada navigasyondan onları bırakacağım otele bakıyordum. vallahi güzelim gözüm senden başkasını görmüyor ki gitme sana yalvarırım gidersen toparlayamayız."
barış'ın gözlerinin içine baktım söylediği cümleler inandırıcı gelse de şu an onunla aynı ortamda bulunmak istemiyordum. gözyaşlarım benim yanaklarımdan süzülürken onun da hüzünlü gözlerinden anlıyordum ki akıtamadığı gözyaşları içine doğru akıyordu ve bilirdim ki içe akan gözyaşları dışarı akıtılandan daha çok can yakar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kalbimden tenime | semih kılıçsoy & barış a. yılmaz
Fanfictionsemih'in, bu hayattaki tek gayesi barış'ın her anlamda gözde öğrencisi olmaktı. bu kurgudaki karakterlerin, gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. tamamen hayal ürünüdür.