barışla hollandaya taşınalı neredeyse bir yıl olacaktı. ilk üç ay geçirdiğim ağlama sızlama krizlerimle baş etmek benim için ne kadar zorsa barış için bir o kadar kolaydı. benim kahrımı çeken kocamı her şeyden çok seviyordum. ama buranın havasına, suyuna ve yaşam biçimine alışmak gerçekten çok zor olmuştu. her ağladığımda buradan dönmek istediğimi söylüyordum barış da hemen biletlerimizi alıp dönelim deyince vazgeçiyordum çünkü kurulu düzeni de bir anda bozmak zordu tabi.
tamamen alıştığımı fark edince her şey daha kolay olmuştu, barış burada bir lisede işe girmişti ama diline tam hakim olamadığı için o da en az benim kadar zorlanmıştı. flemenkçe diline çok hakim olmadığımız için ilk başlarda herkesle ingilizce konuşmaya çalışıyorduk sonra bunun böyle gitmeyeceğini anlayarak dil kursuna yazılmıştık. şimdi kenanımı daha iyi anlıyordum diline tam hakim olmadığın bir yer de yaşamak ölüm gibi bir şeydi. sular seller gibi flemenkçe konuşamasak da en azından derdimizi anlatabiliyorduk insanlara.
geldiğimizden üç ay sonra buradaki üniversite sınavına girmiş ve hollanda'nın en prestijli üniversitesinde mühendislik kazanmıştım. türkiyeden değişim programıyla gelmiş birkaç öğrenciyle kaynaşmıştım çoktan bizimkiler kadar etmeseler de onlarda iyi insanlardı haklarını yiyemezdim. bizimkiler demişken onları en son havalimanında görmüştüm ondan sonra daha da görememiştim. barış birkaç kere gidelim dese de hemen fikrinden vazgeçmişti çünkü benim türkiyeye gidince dönmeyeceğimi düşünüyordu belki haklı olabilirdi ama ne yapabilirim? başka ülkede gurbetçi olacağıma kendi ülkemde bok olmayı tercih ederdim.
haftada neredeyse en az iki kere görüntülü konuşurduk aramızdaki bağ hiç zayıflamamış aksine daha da kuvvetlenmişti. yine de yanımda onları kanlı canlı görmeden ölmek istemiyordum. bertuğ, merih abiyle beraber açtıkları kafede kasada takılıyormuş okulu zaten kafada bitirdiği için çok şaşırmamıştım. arda hep hayali olan diş hekimliğini kazanmıştı. kenan ise salih abinin şirketinde takılıyordu ne iş yaptığını bizde bilmiyorduk sorduğumuzda koca parası yiyorum diyerek geçiştiriyordu. altay abi biyoloji bölümü okurken kerem abi de edebiyat bölümü okuyordu onların üniversitede üçüncü yıllarıydı zaten.
barış sayesinde artık hiçbir öğünümü aksatmıyordum o her yemek yediğinde beni ya arıyordu ya da yanına çağırıyor beraber yiyorduk. sabahları kahvaltıyı genellikle ben hazırlıyordum çünkü barış'ın uykusu o kadar ağırdı ki kahvaltıyı hazırladıktan sonra bile onu zar zor uyandırabiliyordum.
bugün 15 Ağustos ve benim doğum günümdü, burada geçen ilk doğum günüm ve arkadaşlarımla tanıştıktan sonra onlardan da ayrı olan ilk doğum günümdü. o yüzden bugün barış'a nazlanmak istiyordum bence bir günlük benim nazımı daha fazla çekebilirdi. sabahın ilk ışığı yüzümüzü aydınlatırken ben barış'ın kaslı kolları arasından çıkmaya çalışıyordum. her sabah genel rutindi beni kıskaçlarıyla yakalar ve kendimi iyice yorduktan sonra kıskaçlarını serbest bırakırdı.
doğum günüm diye bugün farklı davranacağını düşündüğüm adam aksine bugün allah korusun ölmüş gibi uyuyordu. kıskaçlarını açmış yine çıkmama izin vermişti sonra arkasına dönüp uyumaya devam etmişti. üzerimdeki eşofmanlarımı düzeltip oflayarak ayağa kalktım.
"öküz herif bir gün de sen öperek uyandır beni ne olurdu yani?"
kendi kendime konuşarak perdeleri açmaya gittim. iyice perdeyi aralıyım ki bütün güneş ışığı yüzüne vursun uyansın. güneş ışığından anında rahatsız olan sevgilim üzerindeki pikeyi kafasına çekerek yüzüstü yatmaya başladı. iyiyi düşünelim belki uyanınca pasta falan almıştır onu üfletecektir o yüzden sakin olmaya çalışarak banyoya gidip rutin işlerimi hallettim. banyodan çıktığımda bıraktığım gibi yattığını görünce sırtına çıkıp kulaklarını ısırmak istemiştim ama dediğim gibi sakin olmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kalbimden tenime | semih kılıçsoy & barış a. yılmaz
Fanficsemih'in, bu hayattaki tek gayesi barış'ın her anlamda gözde öğrencisi olmaktı. bu kurgudaki karakterlerin, gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. tamamen hayal ürünüdür.