Ekranlardan yayılan beyaz ışık, yüzümü daha da solgun gösteriyordu. Yavuz'un söyledikleri içimde yankılanmaya devam ederken, içimdeki son umut kıvılcımı da sönmüş gibiydi. Onun karşısında ne kadar mücadele etsem de hiçbir şey değişmeyecek gibiydi. Her adımını, her planını benden bir adım önde tasarlamıştı. Pes etmekten başka bir çarem kalmamıştı.Bacaklarım hâlâ titriyordu, ama onu daha fazla memnun edecek şekilde zayıflık göstermek istemiyordum. Toparlanmaya çalışarak adım attım. Tek ayağımın üzerinde sendeleyerek yavaşça ona yürüdüm. Yavuz, karşısına geçip durduğumda alaycı bir gülümsemeyle beni izliyordu. Sanki her hareketim, her bakışım onun için bir zaferdi.
Gözlerimi yere indirip titreyen ellerimi kaldırdım ve onları onun beline sardım. İçim boştu. Hissettiğim tek şey, kaybolmuş bir ruhun derin çaresizliğiydi. Göğsüne yaslandığımda, Yavuz'un vücudu gerginliğimi hissetmiş olmalı ki, elleri yavaşça saçlarımda dolaşmaya başladı.
"Bak, işte böyle," dedi yumuşak ama içten içe zafer dolu bir sesle. "Artık savaşmanın gereksiz olduğunu anladın. Sana sadece bu kadarını öğretmem gerekiyordu."
Hiçbir şey söylemedim. Zihnimde yankılanan tüm düşünceler silinip gitmiş gibiydi. Beni saran ellerinin sıcaklığı, ne kadar boğucu olduğunu hatırlatıyordu. Yavuz, başımı hafifçe kaldırdı ve gözlerime bakarak yüzümün iki yanını elleriyle tuttu.
"Artık bana ait olduğunu kabullenmek bu kadar da zor olmamalı, değil mi?" diye fısıldadı, sesi tehlikeli bir tatlılıkla doluydu.
Cevap vermedim. Gözlerimi onun gözlerinden kaçırdım. Ama bu onu durdurmadı. Yüzümü yavaşça kendine doğru çekerken dudaklarını benimkilere bastırdı. Buz gibi bir hissiyat içimde yankılanırken, dudaklarının hareketine karşılık verdim. Ancak yüzümde hiçbir duygu yoktu. Ne sevgi, ne nefret, ne de başka bir şey... Sadece koca bir boşluk.
Yavuz, geri çekildiğinde gözlerime bakarak gülümsedi. "İşte bu kadar basit," dedi kendinden emin bir şekilde. Saçlarımı okşamaya devam ederken, benim hâlâ tepki vermeyişimden en ufak bir rahatsızlık duymuyordu.
Ben ise, bu sahte teslimiyetin içinde, derinlerde bir yerde, hâlâ bir çıkış yolu arıyordum. Çünkü biliyordum: Bu hissettiğim boşluk, sadece bir geçişti. Gerçekten pes etmemek için tek umudum, o boşluğun içinde bir kıvılcım bulmaktı.
Yavuz, saçlarımı okşamayı sürdürürken, yüzündeki o zafer dolu gülümseme içimde bir mide bulantısı yaratıyordu. Onunla olan her an, derin bir karanlığın içinde boğuluyormuş gibi hissettiriyordu. Ama kendimi geri çekmek yerine, hareketsiz kaldım. Gücüm yetmezdi; ne bir söz söyleyebilir, ne de bir adım atabilirdim.
"Evet işte böyle," dedi, sesi neredeyse fısıltıya dönmüştü. "Ne kadar inat edersen et, sonunda bana döneceksin, Yaman. Seni koruyabilecek tek kişi benim."
Bu kelimeler boğazımda yankılanırken, başımı onun göğsüne yasladım. Bu bir teslimiyet miydi, yoksa yalnızca tükenmişlik mi? Kendime dahi bu sorunun cevabını veremiyordum. Yavuz, beni biraz daha sıkıca kavradı, sanki kaybolmamdan korkuyormuş gibi.
"Biliyor musun," dedi başımın üzerinde, "seninle ilk karşılaştığımda bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Ama şimdi fark ediyorum ki, zor olan şeyleri elde etmek çok daha tatmin edici."
Sesi, tüylerimi diken diken ediyordu. İçimdeki boşluk, karanlık bir öfkeye dönüşmek istiyordu, ama yerimden kıpırdayamazdım. Sadece onun söylediklerini dinlemek zorundaydım.
"Dışarıdaki o insanlar," diye devam etti, eli yavaşça saçlarımdan sıyrılarak çeneme kadar indi, "senin için ağlıyor olabilirler. Ama onlar seni kurtaramaz. Çünkü sen artık bana aitsin. Ve ben seni asla bırakmam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Non-FictionYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır