Yavuz'un beni nereye götürdüğünü anlayamıyordum. Beyaz odaya dönmem gerektiğini düşünüyordum ama o başka bir yöne ilerliyordu. Kollarında taşınmak, her şeyden önce onur kırıcıydı. İnatçı bir şekilde durmaya devam ettiğini görünce daha fazla dayanamadım."Yavuz, indir beni," dedim, sesim sert çıkmasa da sinirimi gizleyemiyordum. "Tek ayağım hâlâ sağlam. Kendim yürürüm."
Sözlerime bir cevap vermedi, sanki söylediklerimi duymamış gibi yürümeye devam etti. O sakin yüz ifadesi, beni daha da öfkelendiriyordu. "Sargıların açılır," dedi kısaca.
"Yavuz, indir dedim! Sargılar açılırmış... Saçmalıyorsun. Tek bir bacağım sağlam, tamam mı? Kendimi taşıyabilirim."
Başını hafifçe eğerek bana baktı, gözlerindeki o garip sakinlik sinirlerimi iyice gerdi. "Biliyorum," dedi, sesi sakindi. "Ama bu benimle ilgili değil. Her adımında canının yanmasını göze alamam."
Bu cümleyle içimde bir şeyler koptu. Gözlerimi devirdim ve öfkemi bastırmaya çalışarak konuşmaya devam ettim. "Sürekli böyle mi olacaksın? Kahraman modunda? Hayır, gerçekten. Bu mudur senin hayatın? Kurtarılmaya ihtiyacım yok!"
Yavuz, hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Sanki söylediklerim rüzgâra karışmış gibiydi. Bu sessizlik beni daha da sinirlendirdi.
"Normal bir insan gibi davranamaz mısın?" diye bağırdım neredeyse. "Birini taşımak yerine bırak, kendi yolunu bulsun!"
O an dudaklarında beliren o küçük gülümseme var ya... İşte o beni delirtmeye yetti. Ama yine de sesinde herhangi bir alaycılık yoktu. "Normal değilim," dedi, basit bir gerçeği söylüyormuş gibi. "Senin gibi birini sıradan birine bıraksam, o yükün altında ezilir."
Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Onun bu cümlesi, içimde hafif bir yankı yarattı ama bunu belli etmemeye kararlıydım. "Saçmalama," dedim sonunda, biraz daha yumuşayarak. "Kendim de yeterince iyiyim."
Ama o, beni taşımaktan asla vazgeçmiyordu. Bahçeyi geçtik, eğer beni yine o beyaz odaya götürüyorsa diye düşündüm. Fakat adımları beni başka bir yöne taşıyordu. Gözlerim etrafı incelemeye başladığında, o geniş koridorları ve taş duvarların karanlık dokusunu daha dikkatle fark ettim.
"Sen..." dedim yavaşça, sesimde hem merak hem de şaşkınlık vardı. "Beni nereye götürüyorsun?"
Yavuz'un gözleri ilerideydi, yüzünde hâlâ o ifadesiz sakinlik vardı. "Beyaz odaya değil," dedi kısaca.
Bu cevap içimde karanlık bir merak uyandırdı. Bakışlarım tekrar çevreyi incelemeye başladı. Bu evin ne kadar büyük olduğunu hiç tam olarak anlamamıştım. Duvarların soğukluğu, tavandaki eski işlemeler ve aralıklı sütunlar... Her şey, bir zamanlar görkemli bir şatoyu andırıyordu. Ama şimdi sessiz, neredeyse terk edilmiş bir his taşıyordu.
Yavaşça, "Bu ev... Ne kadar büyük?" diye sordum, sorum istemsizce ağzımdan çıktı.
Yavuz, bir an bana bakmadan yürümeye devam etti. "Yeterince büyük," dedi.
Tam bir cevap değildi, ama bu da Yavuz'un tarzıydı. Açıklamalara gerek duymadan her şeyi olduğu gibi bırakırdı. Onun kollarında taşınmaktan nefret ediyordum ama aynı zamanda şu an yürüyemeyeceğimi de biliyordum. 'O zaman ne atar giden yapıyon lan' dedi içindeki ses haklı olarak.
Derin bir nefes aldım ve dişlerimi sıkarak sessiz kaldım. Ama bu sessizlik, sadece dışarıdaydı. İçimde kaynayan öfke ve çaresizlik dalgası, beni bitap düşürüyordu. Bu evin, bu sessiz koridorların ve Yavuz'un beni taşıma şeklindeki tavrının hepsi üzerime bir ağırlık gibi çökmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Não FicçãoYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır