10

10.6K 605 245
                                    

İnsanların yeni günlerden umdukları mutluluk ve huzur olurdu, genelde. Her şeyin daha güzel olacağını umut ederlerdi yeni günde. Bende öyle umuyordum. Fakat bugün, hayatın bana çaktığı yeni bir darbeydi.

Çünkü daha ilk günden işe geç kalmak, Min Yejin'e yakışırdı.

Bacaklarımdan zorlayarak geçirdiğim kahverengi pantolonumun düğmesini iliklemeye çalışırken, bir yandan hızlıca merdivenleri inmeye çalışıyordum.

Binadan çıkıp koşarak otobüs durağına ilerledim, otobüse bindim, indim, tekrar koştum ve daha dün çalışmaya başladığım o güzel kafeye endişeyle adımımı attım.

"Özür dilerim," dedim girer girmez. Aynı anda tezgahın arkasındaki adam ve kızın bana döndüğünü gördüm. Birden kıkırdamaya başlayınca, boş bir yüz ifadesiyle doğruldum ve kızın yüzüne baktım.

"Hoş geldin," dedi. Gülümsedim ve tezgahın arkasına doğru ilerledim. Sonunda bugün, düzgün bir şekilde çalışabilecektim.

Maraton bugün başlıyordu.

*

Öğlen olduğunda, kafede tek kişilik yer bulmak bile imkansız olmuştu. Öyle ki  iki elimde tepsilerle dolaşıyor, müşterilerin arasından zorlukla geçiyor ve fantastik kıvrak hareketler yapmak zorunda kalıyordum. Garson olarak çalışanların zayıf kalması bu yüzden olmalıydı. Sabahtan beri en fazla on dakika oturmuştum, ayaklarım feryat ediyorlardı. Fakat oturmaya zaman yoktu, şu -adını bir türlü aklımda tutamadığım- diğer garson kız benimle beraber koşuyordu ve onun gözleri yeni gelen beni izlerken o kadar çok tedirgin oluyordum ki, eğer oturursam patlarım gibi geliyordu.

O kalabalık koşuşturmanın arasında, cebimdeki telefonum çalınca ürkmem kolay olmuştu. Neredeyse elimdeki tepsileri düşürecektim! Hızla tezgaha ilerledim ve boşları topladığım iki tepsiyi bırakıp telefonumu açtım.

''Merhaba Yejin,'' dedi Sejin, neşeli bir sesle.

''Merhaba,'' dedim nefes nefese.

''Bugün saçını boyayacaktık, unuttun mu?''

''Bugün...'' dedim, unutkan zihnime kızarak. ''Bugün işteyim.''

''Bana patronunu verir misin?'' Dedi Sejin. Onu bekletmeden tezgahın arkasına geçtim, ve telefonu kafenin sahibine verdim. Kısa bir konuşmadan sonra, telefon elime geri geldi.

''Hemen gel,'' dedi Sejin.

''Ne? İzin aldınız mı yani?'' Dedim şaşkınlıkla.

''Çoktan aldım Yejin, beklemeden gel,'' dedi ve telefonu kapadı.

Telefonu cebime soktuğum gibi üstümdeki önlüğü çıkardım ve tezgahın yanındaki askıya astım.

''Ben çıkıyorum efendim,'' diye seslendim. İçeriden birkaç homurdanma gelince hiç beklemeden çıktım.

Hızlı adımlarla otobüs durağına ilerledim. Adımlarım hızlandıkça heyecanım da artıyordu. Ne olacaktı? Saçımı hangi renge boyatacaklardı? Çok uçuk bir renk olmamasını umuyordum, üniversitemdeki saçma sapan katı kurallar, doğal harici renkleri kabul etmiyordu.. Geleneksel bir eğitime sahip olan üniversiteleri seçmek aptallıktı, ve ben bunu yeni anlamıştım.

Durağa vardığımda, gelen otobüse hiç beklemeden bindim ve en arkaya ilerledim. Bomboş olan otobüs hareket ettiği zaman çoktan arkama yaslanmış, koşuşumun acısını çıkararak derin derin nefesler alıyordum. Ciğerlerim; Sonunda! diye bağırıyorlardı. Ah, ayrıca; o kafenin havası ne kadar boğucuydu öyle?! Dışarı çıkınca temiz havanın değerini anlamıştım, orada çalışarak solunum yolları hastalığı bile geçirebilirdim. Ayrıca o hiç sevmediğim, her yerden gelmese de merdivenlerden yükselen o eski tahta kokusu burnumun direğini sızlatıyordu. Tahta kokusundan nefret ediyordum!

And Then; | Min YoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin