Duygularım, anlayamayacağım kadar karışık, anlamak istemeyeceğim kadar benim kontrolüm dışında gelişiyorlardı. Az önce neler olduğu, ne için ve nasıl olduğu hiç umrumda değildi. Normalde düşmanım olması gereken kişiye kalbimin deli gibi çarpması, birden bire kanım çekiliyormuş gibi hissetmem, olmasını istediğim en son şeydi. Ona karşı duygulara kapılmak istemiyordum. Onunla herhangi bir bağlantım olsun istemiyordum.
Doğrusunu söylemek gerekirse, ondan ölesiye nefret ediyordum. Onu düşündüğümde ellerim sinirden titremeye, başım ağrımaya başlıyordu —yani, birkaç saat öncesine kadar. Neden böyle olduğunu bilmiyordum. Asla bilmek istemeyecektim de.
Adımlarım evin yolunu tutturmuş, serin gecenin karanlığı altında ilerlerken, telefonum Namjoon'dan gelen bir mesajla titredi.
> Kim Namjoon
Yejin-ah, Haendeok Köprüsü'ne gelebilir misin? Seninle konuşmak istediğim bir şeyler var da"TANRIM," dedim neredeyse bağırarak. "NEDEN HEP BENİ BULUYOR BÖYLE ŞEYLER?!"
Konuşmak istemiyordum. Sadece evine gidip, bilgisayarım, rahatça depresyona girebileceğim bir müzik ve dünyanın en dandik kahve makinesinin üstün işçiliğinden çıkmış bir kupa kahve eşliğinde duygularımla yüzleşmek istiyordum.
Fakat maalesef, Kim Namjoon tarafından çağırılıyordum. Beni Han Nehri'nin üzerine kurulmuş en eski, en son kullananın, anılarını hatırlamak isteyen muhtemel bir yaşlı olduğu en eski köprülerden birine çağırıyordu.
İdeal bir geceydi.
Yürüdüğüm yönün tam tersine döndüm ve hızlanmaya çalıştım. Bana ne diyeceğini merak etmediğim söylenemezdi. Ama eve gidip uyumak, aklımı çok daha fazla çeliyordu. Sıkılmamak adına, cebimdeki kulaklığımı telefonuma taktım ve ruh halimi iyileştirmek adına neşeli bir müzik açtım.
Şarkıda, sürekli hayattan nasıl zevk alınacağı, neler yapılırsa mutlu olunacağı ve insanların neden mutsuz olduğunun bir türlü anlaşılmadığı anlatılıyordu. İşte ihtiyacım olan şarkı buydu. Birincisi, hayattan zevk alma şeklim, video çekmek ve gelen yorumları okumaktı. İkincisi, mutlu olmak için yaptığım şeyler nehir kıyısında yürümek ve yine video çekmekti. Üçüncüsü, hayattan artık neden zevk almadığım gayet anlaşılırdı. Kim kapısına dayanmış kızları yeni atlatmış ve yüzündeki bandajı yeni çıkarmışken mutlu olabilirdi ki? Evet, iz kalmaması bir bakıma bir mutluluk sayılabilirdi, ama sonuç olarak saldırıya uğramıştım ve o kızın korkunç suratı sürekli rüyama girip duruyordu, değil mi?
Saçma sözlerine daha fazla cevap vermemek ve sinirimi bozmamak için şarkıyı kapadım ve telefonumu cenime koydum.
Namjoon'un yanına varmam tam bu zamanda oldu.
"Merhaba," dedim ona bakarak. Cevap vermedi. Bir süre bekledim fakat hâlâ cevap vermeyince sözümü tekrarladım.
Fakat Kim Namjoon, aşırı derecede uzun vücudu ve gri takımının ceplerine soktuğu elleriyle nehre bakmaktaydı. Saçı, sanki daha birkaç saat önce deli gibi oradan oraya koşturduğu bir konserden çıkmamış gibiydi.
"Merhaba!" Dedim tekrardan ve elimi yüzünün önünde salladım.
Bu sefer beni fark etti ve aceleyle kulağında olduğunu fark etmediğim kulaklığını çıkarıp bana döndü. O kadar kısa mıydım? Yani, kulaklığını nasıl görmemiştim ki?
"Özür dilerim," dedi mahçup bir şekilde ve yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
Açık pembe renkteki saçlarının ona yakıştığını fark etmem de tam o anda olmuştu. Teni koyu olmasına rağmen, bu saç rengiyle bir oyuncak ayıya benzemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
And Then; | Min Yoongi
FanfictionHer şey, Yoongi'nin yeni şarkısının bir kıza yazıldığının ortaya çıkmasıyla başlamıştı. "Ulaşılmazsın Min Yoongi, ve denizin dibi kadar soğuksun da." © newsun-ah, 2016