21

8K 570 129
                                    

Ben 14 Nisan doğumluydum. Güneştim, yeniden doğuştum, kelebeklerdim. Yaklaşan yazın gölgelerinde savrulan çimenlerin yeşil kokusuydum, bulutların bitmez yolculuğuna katılmıştım. Canlanıştım.

Özgürdüm, hiç kimsenin olmadığı kadar.

Ama artık gerçekle hayali ayırt etmenin zamanıydı.

Adım özgürlüğü çağrıştırmıyordu artık, kara oyunlarla kirlenmişti her bir harfim. Birkaç haftada cennetin en sıcak köşesinden cehennemin en derin kuyusuna atılmıştım. Etrafımdakilere zarar gelmesin diye çırpınıyorken kendimi de korumaya çalışmak zor geliyordu. Kaldırabileceğimden çok daha ağır yüklerle yüklenmişti çocuk omuzlarıma ama çabalıyordum, abimin bana öğrettiği gibi.

Temiz kalmaya, incitmemeye, nazik olmaya.

Ama karşımdaki adamlar, bana öğretilenlerin tam tersini yapıyorlardı.

"İp koptu artık," dedi karşımda volta atan. Yarım açık gözlerim onu takip ediyordu.

Ağzım öyle bir kurumuştu ki, her nefesim acı veriyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim ama yeni hisler her zaman yaşanırdı. Adamın hafifçe kırlaşmış saçları, cılız olmayan, toplu bir yapısı ve yüzünde derin çizgileri vardı. Görmüş geçirmişliğin çizgileriydi onlar. Hayatın izleri.

Bana doğru dönüp yanıma yaklaştı.

"Bu kızı bırakmazlar burada, kesin gelirler."

Arkamda bağlı olan ellerimin göğsünü yarıp geçmek istediğini bilmiyordu tabii. Yada ona bakan gözlerimin daha önce ondan daha iğrenç bir insan görmediğini. Beni neden kaçırdıklarını anlamak saniyelerimi bile almamıştı.

Hayatta sahip olduğum tek kişi abimdi. En değerlim ve tek varlığım oydu. Fakat gitmişti.

O zaman, geriye tek bir seçenek kalıyordu. Abimin varlığı yoktu, insanlarla dalaşmazdı, iyi biriydi. Beni neden kaçırdıkları belliydi.

"Su," dedim kuruyan dudaklarımın acısını umursamamaya çalışarak. Adamın gözleri dudaklarıma döndü.

"Dudakların parçalansa bile işe yaramadığın sürece umrumda değilsin," dedi.

Sustum.

"Seni aramıyorlar," dedi, az önceki laflarına ters olarak. Olmasını istediği şeyin olması onu üzmüyormuş gibiydi. Ama odada volta atması endişeli olduğunu gösteriyordu. "Hiç kimse kaybolduğunu bilmiyor."

Gözlerime sabitlediği bakışları, bir anlığına alaycı bir hal aldı ve güldü.

"Kimse için hiçbir şey ifade etmiyorsun."

Hiçbir şey diyemiyordum. Dudaklarım acıdığından ve her konuştuğumda ciğerlerim yanıyormuş gibi hissetmemden değil, söyleyecek lafım olmayışından. Haklıydı. Kime ne ifade ediyordum ki? Yoongi beni bir paçavra gibi kenara fırlatmamış mıydı? Grup üyeleri birkaç küçük özür dilemeden başka beni önemsememişlerdi bile. Big Hit'in, Sejin'in yaptığı ise beni koruyup şirketin ve grubun adının lekelenmesini önlemekten başka bir şey değildi. Kimsenin bana samimi duygular beslediği yoktu. Hiç kimse, varlığımı önemsemiyordu.

And Then; | Min YoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin