Geliyor, geliyor! Neredeyse burada!
Kendimi sakinleştirmeye çalıştıkça kontrolümü kaybediyor, daha da fazla heyecanlanıyordum. Ellerim titriyor, ayaklarım yere tekmeler atmaya başlıyor, nefes alış verişim hızlanıyordu. Kalbimin atışını hissedebiliyordum.
Bangkok uçağı yarım saat önce inmişti. Daha önce ülke dışına çıkmadığımı var sayarsak, havaalanının iç kısmında işlerin nasıl işlediğini bilmiyordum. Bavulları almak bu kadar mı uzun sürüyordu?
"Çık hadi," dedim kendi kendime, sanki ben söyleyince çıkacakmış gibi.
Fakat çıktı.
Benim söylememden iki saniye sonra kapı bir kez daha açıldı ve içeriden abim çıktı.
Gözlerindeki ışıltı olmasa o olduğunu anlamayacakyım bile.
Saç rengi daha açıktı ve saçları sola taranmıştı. Üzerinde siyah bir bozaklı kazak, siyah-lacivert bir takım elbise ve kolunda pahalı olduğu buradan belli olan gri bir saat vardı. Bavulu bile götürdüğü bavuldan farklıydı. Sert kapaklı, parlak, plastikten yapılmaydı bavulu.
Ona... Ne olmuştu böyle?
Düşüncelerim ona koşmamı engellememişti elbet.
Beni gördüğü ilk anda yüzünde filizlenen gülümseme, gözyaşlarıma boğmuştu beni. Kocaman açtığı kollarına koşarken küçücük bir çocuk gibi hissetmiştim. 11 yaşındaki Yejin gibi.
Hiçbir şey demeden sıkıca sarıldı bana. Kollarımı boynuna doladım. Sonunda buradaydı, yanımdaydı. Bir şey olduğu zaman arkama bakınca orada olacaktı. Aradığımda koşacaktı, ona sığınmama izin verecekti.
Sonunda buradaydı.
"Seni çok özledim," dedi, benden hafifçe uzaklaşarak.
"Ben de seni özledim abi," dedim, gözyaşlarıyla ıslanmış gözlerimle ona bakarak.
"Hiçte değişmemişsin," dedi. "Canlı görünce daha iyi anladım."
Gülümsedim. Gözyaşlarımı silmeye çalıştı fakat elleri hâlâ tamircilik işi yüzünden sertti. O yüzden yüzüme tel sürülüyormuş gibi hissettim fakat bir şey demedim, onu kırmak istemiyordum.
"Misafirleeimiz var," dedi, benden iyice ayrılırken.
Onun sağında duran kişilere kaydı gözüm. Elit görünümlü, kısa siyah saçlı bir kadın ve siyah, saçları abiminki gibi taranmış bir adam vardı.
Kadının soylu biri olduğunu onunla konuşmadan bile anlayabiliyordunuz. Hafifçe makyaj yapmıştı, kısa saçları ipek gibi görünüyordu, sanki yumuşacıklardı. Yüzünde naif bir gülümseme vardı. İki eliyle, önünde tuttuğu siyah çanta, muhtemelen benim ne olduğunu bile bilmediğim binlerce dolarlık bir markanın çantasıydı. Siyah, diz seviyesinde bir etek, siyah bir palto, siyah topuklu ayakkabılar giymişti.
Erkek ise aynı abim gibiydi. Siyah boğazlı kazağının üstünde, abimden farklı olarak lacivert bir takım vardı. Sol elindeki bavul çok büyüktü ve yine giyimi gibi siyahtı. Saçları kapkara, gözleri kocamandı. Aslına bakarsanız bana birini andırıyordu, ama kim olduğunu çıkaramıyordum.
"Merhaba," dedim yavaşça. Önlerinde eğildim. Bana bakışları garipti, sanki aşık gibi bakıyorlardı.
"Merhaba, Yejin," dedi adam. Gülümsedim.
"Abinin bize anlattığına göre çok farklı görünüyorsun," dedi kadın.
Abim neden beni onlara anlatmıştı ki? Hem zaten onlar kimdi ki? Birden bire abimin arkasından fırlayan iki böcek gibiydiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
And Then; | Min Yoongi
FanfictionHer şey, Yoongi'nin yeni şarkısının bir kıza yazıldığının ortaya çıkmasıyla başlamıştı. "Ulaşılmazsın Min Yoongi, ve denizin dibi kadar soğuksun da." © newsun-ah, 2016