18

8.1K 598 103
                                    

Gece yarısı çoktan vurmuştu. Yıldızlar inci taneleri gibi göğe dizilmiş, karanlığa rağmen bulutlar gri bir şekilde şehrin üstüne toplanmışlardı. İnsanların telaşı, sürekli meşgul olan şehir Seul'den az da olsa çekilmiş, herkes yataklarında rahat bir uyku çekmekteydi.

Sıra sıra dizilmiş yüksek binaların arasından yürürken, daha önce hiç hissetmediğim kadar küçük hissediyordum. Fiziksel bir küçüklük değildi bu, kendimi ezilmiş ve sıkışmış hissediyordum. Kaçışım yoktu, nereye koşarsam koşayım bulduğum tek şey boşluktu. Çaresizdim ve bunu bilmek kendimi duygusal bir kapanda hissetmeme yol açıyordu.

Evime daha hızlı varabilmek için hızlanmaya karar verdim. Uzun süredir bitmeyen, etrafımdakileri izlemekle geçen yolculuğumun artık sonlanmasını istiyordum.

Bu yüzden adımlarımı hızlandırdım ve bedenim yorgun düşmüş olsa bile hızlandım. Bir an önce yatağıma girmek istiyordum.

Ding!

Namjoon veya Jimin olabilirdi.

> Bilinmeyen Numara
Nasılsın, Yejin-ah? Umarım iyi değilsindir, bu sayede başına geleceklere daha kolay alışabilirsin.

Adımlarım durdu.

Numaramı nasıl bulmuşlardı? Telefonumu daha yeni değiştirmiştim ve yanımdan ayırdığım bir saniye bile olmamıştı. Ve şimdi kim olduğunu bilmediğim kişiler, bana korkmamı söylüyorlardı.

Korkuyordum zaten. Eğer numarama ulaşabiliyorlarsa, her şeyi yapabilirlerdi. Fakat sorun şuydu ki, başlarına açtığım onca sorundan sonra Big Hit'ten yeni bir ev istemeye yüzüm yoktu. Gerçi Kore'de olduğum sürece hiçbir şeyin sona ermeyeceği belli gibiydi, onlardan beni Amerika'ya kaçırmalarını isteyemezdim. İngilizcesi 'I You We They'den oluşan bir insanın Amerika'da yaşamak gibi bir şansı da yoktu.

Hastaneye gitmeden beni aradıklarını aklımdan silmiş olmalıyım ki, şimdi hatırlıyordum. Ne demiştim onlara öyle!? Küfür etmiştim. Ve muhtemelen onları kızdırmıştım.

Benimle neden uğraştıklarını bilmiyordum. 'Bilmiyorum' lafını o kadar çok kullanıyordum ki, artık hiç bir şey bilmediğimden emin olmuştum. Tanımdığım bu insanların benimle neden uğraştıklarına dair bir fikrim yoktu. Sasaeng fanları, olasılık kümesinin dışında tutuyordum çünkü kimse bu kadar ileri gitmezdi.

Tuttuğumu yeni fark ettiğim nefesimi verdim ve telefonumu cebime koyup yürümeye devam ettim.

Hava kararmıştı ve her ne kadar korkutucu şeyler söylüyor olsa da mesajı yok saymak zorundaydım. Rahat olmasada rahata yaklaşık bir uyku çekebilmek için ve zihnimin yorulmasını önlemek için.

Artık nasıl yapacaksam.

*

Karanlık. Uçsuz bucaksız bir boşluk ve tüm duyuların birbirine karıştığı, hiçbir şeyden emin olamadığınız bir dünya.

Gördüğüm rüya, tam olarak bunları içeriyordu. Yalnızdım. Siyahın o kadar koyu bir tonuydu ki içinde bulunduğum ortam, nereye bakarsam bakayım sadece boşluk görüyordum. Ayaklarımın altında hissedebileceğim bir zemin, içime çekebileceğim bir koku, bağırsam sesimin aralarında yankılanacağı duvarlar yoktu. Bağırmayı denemiştim tabii, ama kendi sesimi duyamamıştım. Sonsuz bir karanlıkta parlayan tek şey bedenimdi.

Bir bakıma, yaşadıklarımın özetleyen bir düştü gördüğüm.

Şimdi durduğum yer ise, rüyamdan çok farklıydı. Akşam güneşi nehrin üzerine vuruyordu ve parlayan tek şey ben değildim, şükürler olsun ki. İnsanların seslerini duymayı her zaman sevmiştim ve gördüğüm rüyada kendi sesimi bile duyamamıştım.

"Düşünmekten kafayı yiyeceğim," dedim. "kendi kendime konuşmaya da başladım. Güzel, delirdiğimin belgesidir bu."

Birden gelen gülme hissi, ne yapacağını şaşırmış zihnimin "Yeter be, bıktım artık!" demesinin sesli dışa vurumuydu. Evet evet, ben, Min Yejin, sonunda delirmiştim.

İçeri girince Sejin'i aradım.

"Saçımı boyatmak istiyorum," dedim. İlk başta karşı çıkacağını sanmıştım. Fakat hiç beklediğim gibi olmamış, bana gitmem gereken saç salonunu söylemiş ve masrafların kendi ceplerinden çıkacağını söylemişti.

O yüzden, garip bir şekilde ısınmaya başlayan hava beni pişirmesin diye ince ceketimi alıp evden çıktım. Giymeyi pek sevmediğim bir şort giyiyordum bugün. Üstümde ise lacivert ve beyaz renkte bir blüz vardı. Görece güzel göründüğümü söyleyebilirdim. Bana göre tek kusurum, platin sarısından hallice renkteki saçımdı.

Yani, neden bir insan ilk saç rengi değişiminde sarıyı seçerdi ki? Evet, çok nadir bir yüzde yapabilirdi, bende içlerine giriyordum. Ama hesaba katılmayan faktör, sarıyı benim seçmiş olmam değil, Güney Kore Cumhuriyeti'nin meşru anayasasına karşı çıkılarak üzerimde kurulmuş baskıyla rengin saçıma boca edilmiş olmasıydı.

Eh, abartıyor olabilirdim tabii ama, artık tescilli bir deliydim ne de olsa.

Yürüyüşüm sonlandığında, adreste görünen gökdelenin içine girdim ve asansörden yirmi üçüncü katı seçtim. Salonun pahalı olduğu içinde bulunduğu binadan belliydi.

"Merhaba!" diye karşılandım içeriye attığım ilk adımda.

Ani ilgiye alışık olmamanın verdiği etkiyle ellerim göğsümde toplandı fakat güler yüzümü korumayı başarabildim.

"Merhaba," dedim sakince.

"Siz Gyurin olmalısınız?" dedi kadın. "Bay Sejin masraflarınızı karşılayacağını söyledi!"

Adımın başka bir isimle değiltirilmiş olduğunu duymak, garip bir duygu uyandırmıştı. Çok saçmaydı, evet, ama tüylerim diken diken olmuştu.

Gyurin ismi de bana yakışmıştı sanki. Adımı mı değiştirseydim acaba? Ama Jin adını korumam gerekiyordu, Gyujin olabilirdi.

Kadının yönlendirmesiyle koltuklardan birine oturdum ve önüme gelen kitaptaki saç renklerinden morumsu bir kızıl olanı seçtim. Hatta tesadüfen gördüğüm idol bir kızda da bu renk vardı, ama adını bilmiyordum.

"Aah, bu renkle çok güzel olacaksınız," dedi genç kızlardan birisi – yine de benden büyük görünüyordu – ve saçımla ilgilenmeye başladı.

Kuaförde harcanan birkaç saatten sonra, tutulmuş bir bel ve çok daha güzel görünen saçlarla çıktım dışarı. Sarı renkteki kadar dikkat çekmiyordum, etraftaki insanlar beni yabancı zannedip gözlerini dikmiyorlardı ve özgüvenim yerine gelmiş gibi hissediyordum.

Ah, duygularla aram çok dramatikti ve onları dışa vurmaktan hiç çekinmezdim, ama yeni boyanmış saçımın bana nasıl hissettirdiğini zihnimin içinde onlarca cümleye döküp serbest bir deneme yazmak çok saçma geliyordu.

Fakat tek bir cümle, hissettiğim her şeyi özetliyordu.

Haftalardır, yok yere eziliyor, kırılıyor, ve saldırıya uğrarken, kendimde yaptığım ufak bir değişikliğin bu kadar iyi hissettirebilmesi, eski ben'in hâlâ birazcık da olsa yaşadığını, ve tüm olaylara rağmen hayattan vazgeçmeyecek kadar güçlü olduğunu anlamamı sağlamıştı.


And Then; | Min YoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin