Evet, sonunda 20. bölüme geldik, yani benim için kilit noktası olan bölüme. Hikaye buradan sonra çok farklı bir yere gidebilir, çünkü ani bir kararla kurguyu değiştirdim. Bu sizin için muhtemelen güzel, çünkü değiştirmesem 25. bölüm final olacaktı. Ama beni uzun ve yorucu bir yazma maratonu bekliyor. Eh, okul da işin içine giriyor. Yani demek istiyorum ki, haftalık bölümlere güle güle diyor olabiliriz bu bölümle... Düzenli aralıklarla atmaya çalışacağım, ama yapamazsam, affola.
İyi okumalar 💕
—
Gözyaşlarım kendim için akmıyordu. Sözde hayranları tarafından "Hain" olarak çağrılan Bangtan için, ama en çokta yere yığıldığında başını vurunca kafa travması geçiren ve hastaneye varana kadar soluğu tam üç kez duran Yoongi için akıyordu. Gözyaşlarına anlam yükleyecek kadar şiirsel değildim, ama akanlar Min Yoongi içindi. Her biri bu yüzden değerliydi.
Dürüst olursam eğer, Bangtan için üzülmemin en büyük sebebi içlerinde Yoongi'nin bulunmasıydı. Bencildim belki, aşağılıktım. Belki de ucuz birinin tekiydim ama kalbimi bir kez kaptırdım mı diğer her şey görünmez oluyordu işte, kendim kontrol edemiyordum bunu. Yoongi'ye daha çok üzüldüğüm bir gerçekti. Eminim diğerleri de bunun farkındaydılar.
Ellerim saçlarımın arasında, yere doğru bakarken yanıma oturan Namjoon, titreyen ellerini saklamaya çalışıyordu. Onu da anlıyordum.
"İyi misin?" dedi bitkin bir sesle. Başımı iki kez salladım.
Ona bakmak için doğrulduğumda karşımda gördüğüm, birkaç saat içinde çökmüş bir yüzdü. Makyajın altındaki gerçek Namjoon'un teni bembeyaz değildi, ne dudakları pembeydi ne de gözleri Batılılar gibi kocamandı. Sıradan bir Koreliydi işte. Normal, benim gibi, abim gibi.
"Sahnedeki olay için özür dilerim," dedim.
Güldü.
"Şu an en az endişeleneceğimiz konu senin sahneye fırlamış olman," dedi. Onun gülüşünün aksine, ben ağlamaklı bir yüz ifadesi taşıyordum. "Tabii 50 milyon kişinin seni canlı olarak gördüğünü ve güvenliğini tehlikeye attığını varsaymazsak, endişelenecek bir şey yok."
Sulanmış gözlerim, histerik bir gülüşle birleştiğinde Namjoon birbirine tezat iki durumu bir arada yaşamama güldü.
Birkaç saniye içinde gülüşüm ağlamaya dönüşünce Namjoon bir kolunu sırtıma attı.
"Sakin ol Yejin," dedi yumuşak bir tonla.
Ağlamam gittikçe krize dönüşüyor, araya sıkışmış gülücüklerim iç çekişlere dönüyordu. Yüzümü ellerimin arasına alıp kendimi gözyaşlarıma boğmak istiyordum. Namjoon ise benim yanıma eğilmiş, düzgünce duyamadığım birkaç şey söylüyordu.
"Ona ne oldu," dedim iç çekişlerimi durdurmaya çalışarak.
"Bilmiyoruz," dedi Namjoon.
Bir sonraki ağlama krizim, birkaç kapı ötedeki odadan çıkan Taehyung'un bizi odaya çağırmasıyla engellenmiş oldu. Namjoon'un yardım için uzanmış eline karşılık kendi başıma koltuktan kalktım ve odaya doğru ilerledim.
Her adım, umutla beraber korkuyu beraberinde getiriyordu. Yoongi'nin çok kötü olmasından korkuyordum, ama iyi olma umudu da vardı. İki zıtlığın arasında sıkışmış bir şekilde odaya adımımı attım.
"Silafen," dedi Doktor, ben yatağın yanına yaklaştığım sırada.
Hastaneye ikinci gelişimdi. Yoongi'yi görmeye ikinci gelişim. Benimle tanıştıktan sonra iki kere hastaneye kaldırılması, kötü şansımın ona bulaştığının bir göstergesi olmalıydı. Ne de olsa kötü şans mıknatısıydım, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
And Then; | Min Yoongi
FanfictionHer şey, Yoongi'nin yeni şarkısının bir kıza yazıldığının ortaya çıkmasıyla başlamıştı. "Ulaşılmazsın Min Yoongi, ve denizin dibi kadar soğuksun da." © newsun-ah, 2016