28

7.1K 499 111
                                    

* Heejin - Vivid şarkı sözleri.

... 2 hafta sonra.

"Parlak bir gökkuşağı! Renksiz bir dünya, sıkıcı! Değiştirecek misin dünyamı?"*

Telefonun sesini daha fazla açamamak tam bir hüzündü. Uzun süre sonra kendimi dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyordum. Etrafımdaki insanların kahkahaları bile mutlu etmeye yetiyordu beni.

Üstelik, birkaç dakika içinde abim beni arayacaktı. Nefes al, nefes ver. Onun için giyinip süslenmiş, olabileceğim en sağlıklı halimle karşısına çıkmak için hazırlanmıştım. Zaten Tayland'da çok sorunları olmalıydı, bir de ben hasta bir görüntüyle karşısına çıkarak onu korkutmamalıydım.

Hapşu!

"Hapşurma Min Yejin," dedim kendi kendime. Sağ tarafımdaki peçete rulosundan birkaç parça koparıp burnumu sildim. Gözlerimi sıkınca, bol rimel sürdüğüm kirpiklerimden biri yanağıma yağışmıştı. Kirpiğimi koparmamaya çalışarak çıktım ve düzelttim.

Birden bire müzik durdu.

Ding ding! Ding ding!

"EVET!"

Telefonu yüz hizama getirdim ve açtım.

"Yejin?" dedi abim. Ah... İlk görüşme.

"Abi!" dedim neşeli bir şekilde.

"Hiç değişmemişsin çocuk," dedi gülerek. Yüzündeki gülümseme beni mutlu etmeye yetiyordu.

"Sende hiç değişmemişsin," dedim.

Fakat değişmişti. Yüzüne renk gelmiş gibiydi. Çoğu zaman çenesinde toplanan, mikrop yuvası kirli sakalı tamamiyle gitmiş, bebek poposuna benzer bir çeneye kavuşmuştu. Saçları da uzamıştı. Renkleri açıklaşmıştı ve onları sağa doğru taramıştı. Birde, üstünde siyah bir takım elbise vardı.

Sahi, tam olarak ne iş yapıyordu? Onu da bilmiyordum, ama abim bir araba tamircisiydi ve birden bire bir şirketin yöneticisi olacak değildi. Neden böyle şık görünüyordu?

"Nasıl gidiyor hayat?" dedi.

İç çektim. "Sen olmadığın için çok huzurluyum," dedim alaycı bir yüz ifadesiyle. "Senin hayatın nasıl?"

"İti gidiyor," dedi gülümseyerek. "Biraz Tayca bile öğrendim."

"Ciddi misin?" dedim. Şaşırmıştım, çünkü abim İngilizce adını bile söyleyemezdi.

"Evet bak, S̄wạs̄dī!"

Ne demişti? Selam? Merhaba, günaydın? Yejin çok saçma soruyorsun sus artık?

"Hmm, gerçekten çok anlamlı," dedim. Güldü.

"Merhaba, demek," dedi. Kaşlarımı kaldırıp başımı salladım.

"Ne kadar anlamlı bir dil," dedim. "Su gibi konuşuyorsun."

Gözlerini devirdi. "Bilmediğin şeye laf atmada üstüne yok zaten," dedi.

Fazla mı romantikleşiyordum, yoksa abimin gözlerindeki ışıltının gözlerimi yaşartması normal miydi? Uzun süredir onu görmemiş olmam tabii ki beni üzüyordu ama görüştüğümüzde böyle bir duygu patlaması yaşayacağımı düşünmemiştim. Bu benim gibi biri için bile fazlaydı.

"Çocuk, ağlıyor musun sen?"

Fırk fırk! Burnum akıyor!

"Yok canım ne ağlayacağım," dedim, sağ taraftaki peçeteye uzanırken. En azından hasta olduğumu bilmiyordu.

"Yejin, sen hasta mısın?"

Hayır, göz altlarıma mor makyaj yaptım.

"Hayır nereden çıkardın," dedim gözlerimi, ardından çaktırmadan burnumu silerken.

"Neden yanında peçete tutuyorsun?"

Neden soru sorup duruyorsun?

"Abi, seni görünce ağlayacağımı hissettim," dedim. "O yüzden makyajım bozulmasın diye yanıma peçete aldım."

Gülümsedi.

"Canım kardeşim benim," dedi. Bir süre ekrana baktı. Ben ise, gözyaşları akıtmaya çalışıyordum. "Ne güzel yalan söylemeye çalışıyor."

"Deli misin nesin, neden yalan söyleyeceğim sana?" dedim sinirle. Neden hasta olacaktım ki? Neden?

"Bana yalan söyleme," dedi gözlerini kocaman açarak. Evet, kızıyordu.

"Söylemiyorum zaten," dedim gözyaşlarımı silmeye deam ederek.

Hınzırca güldü. "Yalan söylemeye devam edersen büyük haberi vermem," dedi.

Birden bire sanki enerji içeceği içmiş gibi kendime geldim ve ekranı kendime yaklaştırdım.

"Ne söyleyeceksin?" dedim heyecanla. Ne söyleyecekti?!

"Yalan söylediğin için söylemeyeceğim, boşuna ümitlenme."

"Lütfen abi," dedim, ağlamaklı bir sesle. "Ne olur söyle!"

"Yalan söyledin?" dedi. Öfledim.

"Söyledim," dedim, ne olursa olsun kaybedeceğimi anlayarak.

Derin bir nefes aldı.

"Sonraki gün dönüyorum," dedi.

Gözlerimin kocaman açılmasıyla nefesimin kesilmesi, kalbimin aniden çırpınır gibi çarpmaya başlaması, hepsi o cümle yüzündendi. Geri dönüyordu... Aylar sonra. Beni yalnız bırakmış olmasına olan kızgınlığım tek bir cümleyle uçup gitmişti işte, geliyordu. Abim geri dönüyordu!

"Ne? Ne zaman? Neden daha önce söylemedin?"

Aklımda binlerce soru vardı. Hepsini sorarak onu sıkmak istemiyordum.

"Boşver, sen evi hazırla. Yanımda çok şey getireceğim," dedi gülümseyerek.

Başka bir şey söyleyemeden, gözleri kameranın arkasında bir şeye odaklandı. Ne olduğunu anlamadım, fakat boşluğundan yararlanıp bir soru dormak istemedim.

"Bu arada abi, çok değişmişsin? Zengin gibi görünüyorsun," dedim. "Nasıl oldu bu değişim?"

Bir şey demedi, kameranın arkasında ne varsa, ona bakıyor gibiydi. En sonunda o şeye doğru gülümsedi.

"Kapatmam gerek Yejin," dedi. Sonra gözlerini bana doğru çevirdi ve gülümsemesi genişledi. "Sonraki gün görüşürüz."

"Neden kapatıyorsun? Kapatm-"

Telefon yüzüme kapandı.

Neden kapatmıştı? Daha soracak bir sürü şeyim vardı oysa. Beni arayacağını günler öncesinden söylemişti ve araması yirmi dakikalık bir atıştırmalık oluvermişti. Ne saçma işti bu böyle?!

Ayrıca... O bakıştığı şey, kişi kimdi? Kötü biri miydi? İyi olabilir miydi?

İyi olmalıydı, abim ona gülümsemişti. Ayrıca iyi de görünüyordu. Eğer körü bir durumda olsa, iyi görünmezdi. Abimi ilk kez bu kadar temiz ve düzgün görmüştüm. Normalde araba yağına bulanmış elleri olurdu fakat teni parlıyor gibiydi. Saçları da ipek gibi görünüyordu zaten, işi iyi miydi?

Ah, ne işi olduğunu sormayı bile unutmuştum. Ne biçim kardeştim ben böyle?!

En önemli şey ise, sonraki gün gelecek oluşuydu. Sonunda yine beraber olacaktık. Hep beraber ve güvende.

And Then; | Min YoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin