14

8.1K 575 86
                                    

Odam, soğumaya başlayan havalardan farklı bir diyardaymışçasına sıcaktı. Soğuk olan tek şey, parmaklarımı uzatınca irkilip geri çekilmeme neden olacak kadar soğuk olan penceremdi ve ben, ona dokunmamaya kararlıydım. Pembe polar yorganımı üstüme kadar çekmiş, onun üzerindeki çiçek desenli kalın yorganı da yatağımın üzerine düzgünce sermiştim ki, nereye dönersem döneyim hareket etmesin.

Saçlarım birkaç saat önceki curcunanın etkisiyle dağılmış, gözlerim, yüzüm ağlamaktan şişmişti.

Nefret ediyordum. Ağlamaktan, ağlatılmaktan, her zaman ağlayan taraf olmaktan nefret ediyordum. Nasıl oluyorsa insanlar, beni vuracak zayıf bir yönümü buluyorlar ve hiç zaman kaybetmeden yaralıyorlardı beni. Sanki daha önce hiç kırılmamışlar, nasıl kötü bir his olduğunu bilmiyorlarmış gibi, aynısı başkalarına, belki her gün gördükleri kişilere yapıyorlardı.

Tabii bu durum, bu kelimeler, Min Yoongi ve ben için geçerli değildi. Yoongi bana, her şeyin benim yüzümden olduğunu söylemişti, hayatımı denizin dibine gömen kendisiyken. Dört bir yandan zincirlenmiş, bir de üstüne boğazım sıkılıyormuş gibi hissediyordum.

Çok uzak olmayan bir zaman önce, eski zamanlarda yapılan bir işkenceden, bir ölüm işkencesinden haberdar olmuştum. Yazdığına göre, insanlar suçluları -veya ölmesini istedikleri kişileri- denizin kenarında bağlıyor ve denizin yükselmesini bekliyorlardı. Kurban ise, o çok sevdiği, sonsuzluğun en güzel hali olan denizi izleyerek, onun ölümü olduğunu bilerek orada kalmaya, denizi, ölümünü beklemeye devam ediyordu. Sular yükseldiğinde ise boğuluyordu. Acılı, ama birkaç saniyelik bir ölüm.

İşte tam böyle hissediyordum. Ölümüm güzeldi, onu düşünürken kalbimin hızlanmasına, nefesimin güçlenmesine engel olamıyordum. Ama o ölümdü. Sonumu getiren, her acıyı dindiren. Sorun şuydu ki, ölüm bana acı veriyordu. Birkaç saniyelik değil, günlerdir devam eden bir acı. Fakat benim acım, dün katlanmıştı, bugün ise çok daha belirgin hale gelmişti. Ölümünü sevmek, kimin aklına gelirdi ki?

Dolunay geceye gün gibi doğmuşken tek yapabildiğim, kendi ölümümün vücut bulmuş hali olan Min Yoongi'nin bana sarf ettiği sözleri düşünmemeye çalışmak, onları kafamdan silmeye çalışmaktı. Fakat pek çok şey gibi bunda da iyi olmayan ben, sadece yatağıma kıvrılmış yatıyor, uyumaya çalışıyordum. Aslında bilime göre kötü bir olay yaşadıktan sonra uyumak, önceden yaşanan travmatik anıları gün yüzüne çıkarıyordu. Ama ne fark ederdi ki? Zaten küçüklüğümü, abimle ilk yalnız kaldığım zamanlarda çektiğim acıları, annem ve babam olmayışını, sanki karşımdaki bir ekrandan izliyormuşum gibi, daha dün gibi hatırlıyordum. Her bir anımı, her bir ayrıntıyı hatırlıyordum.

Muhtemelen bu yüzden yaşadıklarımı sinir krizine girmeden kaldırabiliyordum ya. Acı kotamı çoktan doldurmuştum. Onların üzerine gelenler, toz parçası gibiydiler. Uzaklaştırılması kolay.

Uykunun kollarına çekildiğini anlamam, Ay ile konuştuğumu fark etmemle olmuştu.

Birden bire "Sizde mi öyle düşünüyorsunuz, sevgili Ay?" deyivermiş, kendi kendimin saçmalık limitini aşmıştım.

"Size de iyi geceler, sevgili Ay."

*

Islanmış yastığım, beni uykumdan uyandıran şeydi. Uyandığım gibi yüzümü buruşturmuş, yastığımı ters çevirmiş ve tekrardan uyumaya çalışmıştım. Yorganlarım o kadar sıcak ve yumuşaktılar ki, evrendeki en rahat canlı olduğuma kesinlikle emindim.

Fakat— her güzelliğin bir sonu vardı tabii.

Sonunda kendimi yataktan atabildiğimde, saat birdi. İlk yaptığım şey dişlerimi fırçalamaktı. Ardından paytak adımlarımı sırada tutmaya çalışıp salona geçtim.

Abimin orada olmasını bekliyordum. Fakat yoktu. Tabii bu beni endişelendirmiyordu, onun nerede olduğunu hiçbir zaman kestiremiyordum. Bugünlerde fark ettiğim bir şey de, ne zaman abim olmasa, Taeyoung'un da olmamasıydı. İkisinin yakın arkadaş olduklarına şüphe yoktu. Ama sonuçta Taeyoung'un görevi, beni korumaktı değil mi? Sanırım artık abimle tavla oynamaktı, öyle görünüyordu.

Bir süre televizyonun karşısındaki koltukta dinlendikten sonra -diş fırçalayıp yürümek beni çok yormuştu-, az önce sehpahanın üzerine koyduğum telefonu aldım ve kontrol ettim.

Sojung'dan gelen birkaç mesaj haricinde tamamiyle boştu. Esnedim ve telefonu koltuğa bırakarak ayaklandım. Mutfak tezgahına doğru ilerledim, ucuz kahve makinesini çalıştrıp kendime kahve yapmaya başladım.

Tam o anda telefonum 'ding!' sesiyle titredi. Önemli bir şey olmadığını düşünerek kahvemi yapmaya devam ettim.

Kahve makinesi sonunda durduğunda kupamı ve koltuğun üzerindeki telefonumu alıp balkona çıktım.

Kupayı balkon demirlerine koyup oturuşumu ayarladım ve bacaklarımı demirin üstüne uzatıp kahvemi aldım. Fakat aklıma telefonumu kontrol etmek gelince bacaklarımı indirip kupayı onların üzerine koydum ve telefonumu açtım.

O zamana kadar, her şey güzel gidiyordu ve akşamdan hatırladığım pek bir şey yoktu.

> Gizli Numara
Yejin-ah, bugüne kadar oldukça rahattın. Fakat zamanın doldu.

Bakışlarım telefon üzerine sabitlenmiş, bedenim tepki vermekten aciz bir şekildeydi. Korku, daha önce hiç hissetmediğim kadar güçlüydü.



















And Then; | Min YoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin