9

13K 838 622
                                    

Üşüyordum. Söyleyeceğim ilk şey buydu evet. Bedenim sızlıyordu, kendimi teslim etsem birkaç aya ancak uyanacak bir uyku galip geliyordu ama ben üşüyordum ve bu uyumama engel oluyordu.

Üzerimdeki yorganı iyice kendime çekip ısınmaya çalıştım. Ensemdeki ağrı sızlanmama neden oluyordu, ağrıyı unutmaya ve uyumaya çalıştım ama dayanılmaz bir hal alınca zorlukla gözlerimi açtım. Bir süre karşımdaki duvara baktım, boşluğa düşmüş gibiydim.

Kafama kadar çektiğim yorgana baktım, farklıydı. Yattığım yatak, bu oda. Hışımla ayağa kalktığımda gözlerim kararmıştı. Kapıya koşup defalarca kez kolu çevirdim ama lanet olası şey kilitliydi. Korkuyla kapıya vurdum.

"Açın kapıyı! Kimse yok mu?" Şiddetle çakan şimşekle ürperdim, dışarıda yağmur yağıyordu ve karanlık oda üstüme üstüme geliyordu. Kapıyı yumrukladım. "Açın kapıyı! Lütfen, kimse yok mu?" Kapının yanındaki düğmelere basıp ışığı açmayı denedim ama açılmıyordu. Yorgunluğa ve fiziksel şiddete maruz kalan bedenimi daha fazla taşıyamadım.

Çaresizce yere çöküp ellerimi bacaklarıma sardım ve duvara yaslandım. Kafamı dizlerime gömüp ağladım. Artık yaşamak için yeterli gücüm yokmuş gibi hissediyordum, üzerime gelen karanlık beni içine hapsediyor gibiydi. Gözlerim görmüyor, kulaklarım duymuyor ve hissedemiyordum. Gecenin -belki de sabahın- korkunç sesine karışıyordu hızlı nefeslerim. Dışarıda gök gürlüyordu.

Kapı kilidinin açıldığını duydum kısa bir an. Tepki veremedim. Kafamı kaldırdı ama bir şey göremedim, kaybolmak istemiyordum. Yalnız kalıyordum yine. Kendimi kesiyordum, yadırgıyorlardı.

Sert bir darbeyle kafamı sağa çevirdim. Yeni yeni görmeye başladığım karşımdaki irice gözlerle bakan adam tedirgin duruyordu. "Kendine gel." diyordu, kilitlenmiş halde gözlerim onun gözlerinde ellerim kendi bacaklarıma sarılmıştı.

Kafamı göğsüne yaslandı ve ellerimi çözdü. Az önceki delirmiş halimden yavaşça kurtulmuş olayları idrak ediyordum. Ellerimi ensesinde birleştirirdim ve dolan gözlerimi kırptım, sinirlerim bozulmuştu. Tek elini bacaklarımın altından geçirdi ve beni kaldırdı. Gözlerimi kapatmış, yatıştırıcı sözlerini dinliyordum.

Yumuşak yere oturduğumda gözlerimi açtım. Şöminenin dibinde, kalın minderlere oturmuştuk. Ellerimi ensesinden çekti ve mırıldanıp ayaklandı. Burnumu çektim. Gözyaşlarım hala akıyor, hıçkırıklarım son bulmuş ama bitmek bilmeyen bir iç çekmeyle ateşi seyrediyordum.

Sırtıma değen elle yerimden sıçradım ve ondan uzaklaştım. Elinde bir bardak su vardı, diğerinde ise battaniye. Suyu uzatınca titrek ellerimle aldım ve zorlukla içtim.

Biraz daha rahatlayınca gözlerimi sildim ve kafamı koltuğa yaslayıp ateşe bakarak ona sordum.

"Ne istiyorsun benden?" Sesim titrek, boğuk ve cılız çıkmıştı. Ondan tarafa bakmıyordum ama gerildiğini anlamıştım. Cevap vermedi. "Neden getirdin beni buraya?" Anlayamıyordum. Çözemiyordum onu.

"Bilmiyorum." dedi dürüstçe, öyle farklı bir atmosfer vardı ki ortamda garipsiyordum.

"Öldürecek misin beni?" diye sordum, sesim berbat çıkıyordu ama umursamadım.

"Hayır." dedi, bakışlarını hissediyordum. Bakmadım yine de, sessiz kalıp ateşi izlemeye devam ettim. Tuhaf ama güzel bir sessizlik vardı, ikimizde konuşmuyorduk. Yağmurun sesi ve odunların yanarken çıkarttığı o sese benim burnumu çekme sesim eklenmişti.

"Neyin var senin?" diye sordu soğukça, gözlerimi kapattım.

"Deliriyorum."

"Seni burda tutsak tutmak istiyorum." Gözlerimi açtım ve ıslak gözlerle onun tapılası gözlerine baktım.

"Neden?" Eğer biri bana çok uzak değil dün 'Harry Styles ile şöminenin başında oturmuş sohbet edeceksin' deseydi, sırf Styles ile beni aynı cümleye koyduğu için döverdim. Hayat gerçektende her an her şey olacak şekilde yaşanıyordu.

"Senden hoşlanmıyorum, senden gerçekten hoşlanmıyorum ve beni deli ediyorsun. Ama..." Sustu, söyledikleri bana yine kimse tarafından sevilmediğim gerçeğini tokat gibi çarpmıştı.

"Hoşlanmak zorunda değilsin." dedim acıyla gülümseyerek. Bir an bana şefkatle baktı sandım ama yüzündeki perdeyi indirmiyordu.

Ayaklandı ve sigara paketini cebinden çıkartıp bir dalı dudaklarına aldı pencereye doğru giderken. Arkasını döndü, gözlerimin içine bakıp kafasını sağa sola salladı ve yeniden önüne döndü.

Minderin üstünde kıvrıldım ve gözlerimi kapatıp sessizce mırıldanmaya başladım.

"Çocukça korkularım tarafından bulunmaktan çok yoruldum ben." O an ne dediğimi kendimde bilmiyordum, her şey o kadar üst üste gelmişti ki mantıklı tek bir zerre bulundurmuyordum benliğimde. "Zamanın silemediği çok şey var." Akan burnumu birkez daha çektim, onun varlığını çoktan unutmuş kendi kendime söyleniyordum. "Bu yaralar iyileşecek gibi görünmüyor. Bu acı fazla gerçek." Ve yorgun düşen bedenimi uykunun kollarına bıraktım sonunda.

*

Uyandığımda minderde değilde, koltuğun üstünde bulmuştum kendimi. Üstümdeki yorganı itip ayaklandım. Styles ortalıkta görünmüyordu. Dış kapıya yönelip açmaya çalıştım lakin kapı yine kilitliydi. Lanetler okuyup mutfağa gittim ve pencerelerden birini açtım, buranın neresi olduğu ile ilgili bir fikrim yoktu ama çıkıp gitmek istiyordum.

Erin ya da Marco çoktan telaş yapmaya başlamışlardır. Kaldı ki bu psikopat adama da zerre güvenmiyordum.

"Bir yere mi gidiyorsun?" Derin bir nefes aldım, suç üstü yakalanmıştım.

"Gitmem gerekiyor." dedim sıkıntıyla.

"Ben istemeden hiçbir yere gidemezsin." dedi.

"Bak." Dedim derin bir nefes alarak. Sakin olmalıydım. "Eğer dövmek ya da attığım yumruğun öcünü almak istiyorsan pekâlâ al. Bu bilmediğim yere öldürmek için getirttiysen de yap hadi, sende kurtul bende kurtulayım."

"Seni öldürmek istesem niye buraya getireyim?
Ve o yaptığın şeyin bedelini elbette ödeyeceksin meraklanma. Şimdi gir içeri ve kaçmak gibi bir saçmalıkta bulunma, emin ol bulurum seni." Tehditkar sesi ürkütse de umursamadım ve elimi yumruk yapıp içeri girdim.

"Hayatımda en çokta senden nefret ediyorum Styles, kızma ama senden nefret ediyorum." Dolaptan birkaç üzüm alıp ağzına attı. Duymadı mı duymamazlıktan mı geldi bilmiyordum ama sesini çıkarmadı.

Ceplerimi yokladım. Telefon ve cüzdanımın eksikliğiyle bakışlarımı ona çevirdim, bana eğlenircesine baktı ve arka cebinden telefonumu çıkardı.

"Ver onu bana." dedim ona doğru ilerlerken. O ise çarpraz yürüyerek şömineye doğru ilerledi. "Telefonumu ver bana." diye diklendim.

"Ekranı kırılmış, yenisini almalısın." dedi şömineye doğru uzatırken. Tam atacağı sırada üzerine doğru koştum ve ikimizde yeri boyladık. Telefon savrula savrula ateşe düştü ve ben altımdaki bedene ölümcül gözlerle baktım.

Come Here Boy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin