30

11.8K 624 734
                                    

Henüz gün doğmamıştı, dışarıda rüzgardan kıpırdayan ağaç yaprakları ve üzerimize düşen tan gölgesi çıplak bedenlerimizi bir örtü gibi sarmıştı. Dakikalardır dışarıyı izliyor, yatağında çıplak durduğum adamı ve kendimi sorguluyordum. Nedeniyse dün titreşime aldığım telefonun yerdeki pantolonumun arka cebinde durmadan titreyip beni uyandırmasıyla, gördüğüm tanıdık isim ve numaraydı.

Beni sarmalayan bedeni itip ayaklanmıştım, üzerimi giyinip ses çıkarmadan aşağıya inmiş ve büyük holdeki kapıdan balkona çıkmıştım. Elimde telefonum, bedenimi yalayıp geçen rüzgarın ılık nefesi, gözlerimi şenlendiren tanın güzelliğiyle elimi soğuk balkon demirine koymuş ve onu aramıştım.

"Louis?" Dedi ilk çalışta açarak.

"Marco." Diye karşılık verdim boğuk çıkan sesimle. Sessiz kaldı. Hattan gelen çakmağın sesi ve aldığı sıkıntılı bir nefesle iyi olmadığını biliyordum.


"Defalarca kez aradım..." Dedi kısık sesiyle. "..tonlarca mesaj yolladım, o uçağa binmediğini öğrendiğimde endişeden ne bok yiyeceğimi bilemeyip seni aramaya çıktım her yerde." Boğazım düğümlendiğinde onunda benden farksız olduğunu biliyordum. Ne ara düşmüştük ki biz bu duruma? "Merak ediyorum gerçekten, o uçağa binmediğini ve onunla gittiğini neden bana söylemedin ki? Benim yerime neden Erin'i aradın ki?" Sesindeki saf gücenmişlik gözlerimin dolmasına neden olmuştu. "Lanet olası üç gün boyunca seni merak edip dururken neden bir kez olsun telefonumu açmaya tenezzül etmedin ki!"

"Marco-"

"Ne? Marco ben üzgünüm? Marco bilmiyordum? Ne diyeceksin?" Masanın üzerindeki Harry'nin paketine uzanıp bir dalı aldım ve burnumu çekip sessizliği dinledim.

"Seni özledim." Dedim gözyaşlarım akarken. Sigarayı tutan elimle gözlerimi kapatıp yeniden burnumu çektim. "Özür dilerim."

"Bundan şüpheliyim." Dedi uzun dakikaların ardından. Dişlerimi sıkıp yere diz çöktüğümde onu kaybetme korkusu tüm bedenimi ele geçirip beni savunmasız bırakmıştı. Bana olan güvenini sarsmıştım.

"Marco." diyebildim sadece.

"Ellie..." duraksayıp derin bir nefes aldığında elimdeki sigara yere düşmüştü.

"Ellie, ne?" Diye sordum ayaklanmaya çalışırken. Cevap vermedi. "Ellie ne Marco?" Diye bağırdım.

"Ellie'yi hastaneye kaldırdılar iki gün önce. Sana ulaşmaya çalıştım ama bir türlü aramalarıma geri dönmedin." Zorlukla ayağa kalktığımda telefonu tutan elim ağırlaşmış gibiydi. Aklıma dolan tonlarca düşünceyle dünyadan soyutlanmıştım. Kalbim korkuyla çarpıyor ciğerlerim yanıyordu ama hareket edemiyordum, ayaklarıma prangalar vurulmuş gibiydi.

Çıplak ayaklarımla bastığım sigara beni kendime getirmeye yetmişti. Telefonu Marco'nun suratına kapatıp kardeşime gitmek için kapıya yöneldiğimde benden önce davranan Harry yeni uyandığını belli eden sesiyle sordu. "Günaydın. Ne yapıyorsun burada?" Balkonun kapısına yaslanmış, her zamanki gibi yine karşıma çıkmıştı. Onu es geçerek içeriye girdim. Kolumdan hızla tutup kendine çevirdi.

"Sorun ne?" Diye sordu. Dolan gözlerime inat nefretle baktım ona.

"Bırak kolumu." Dedim sertçe. Kaşlarını çatıp sorunu anlamaya çalışırken kendimi ondan kurtarmaya yeltendim. Bırakmadı.

"Ne oluyor?" Diye yineledi. Sinirliydim. Kardeşime onu göreceğime söz verip sözümü tutmadığım için, Marco'nun aramalarına cevap vermediğim için ve karşımdaki adamın aptalca davranmama neden olduğu için hem ona hem kendime o kadar sinirliydim ki, bu kez ben değil o benden korkmalıydı.

Come Here Boy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin