29

14.1K 704 1.2K
                                    

"Lütfen..." Yavaş yavaş yaklaşıyordu, adım sesleri uğuldayan kulaklarıma dolarken titriyordum. "...yapma." tepki vermiyordu. Avuçlarından akan kan, her şey için geç olduğunu gösteriyordu. Oradaydım, Simon'un dün gece oturduğu sandalyenin üzerinde ellerim kucağımda dört bir yanımı saran cesetlerin ortasında duruyordum. Ayaklarım çıplaktı, kanla ıslanan betonu iliklerime kadar hissediyordum. "Harry." Dedim son bir kez. Karşımda durdu. Altın işlemeli silahı büyük avcunun arasındaydı, kan damlaları süzülüyor şıp sesiyle yere damlıyordu. "Korkuyorum."

Silahın namlusunu şahdamarımın üzerine tuttu. Yapış yapıştı ve kan kokuyordu. Gözyaşlarım akarken sessizce ağlıyordum. Konuşmuyordu.

Tetiği çekti.

"Louis."

"Harry..."

"Aç gözlerini."

"Anne." Ve ateşledi...

"Louis. Louis uyan." Hıçkırarak gözlerimi açtığımda oradaydı. Kollarımı sıkıca tutmuş, sarsıyordu beni. Gözlerim ellerine kaydı, dövmeli elleri beyazdı, kan yoktu.

"Beni, öldürdün." Dedim sessizce. Gözleri acıyla parladı ve ellerini üzerimden çekti. Komodinin üzerindeki suyu avcuma bırakıp yataktan usulca kalktı ve pencereye ilerledi, siyah eşofman altından çıkardığı sigarasını dudaklarının arasına alıp ateşledi. Açık pencereden sızan soğuk hava iyi hissettirmişti.

"Ellerimin temiz olmadığını biliyorum." Dedi boğuk sesiyle. "Ruhum cehennem çukurunda sıkışıp kalmış ve içimde iyimser kalan parçalar yakılıp yıkılmış, farkındayım. Bana dar gelen dünyada nefes almamı sağlayan tek şeysin sen, her şeye tamam ama seni kendi ellerimle öldürmek..." kafasını bana doğru çevirdi, dökülen gözyaşlarımın arasından baktım ona. "...ellerimi kesip yaşayabilirim, ruhum olmadan zaten yaşıyorum ama nefes almadan yaşayamam Louis." Karanlık odada beni bir başıma bırakıp gitmişti.

*

Uzun süren banyo faslından sonra sonunda kapıyı kilitleyip üzerimi giyinmiştim. İki günün sonunda aynayla buluşan gözlerim durgun bakıyordu. Yansımamda kendimi göremiyordum; patlak bir dudak, yarılmış bir kaş, kocaman bir morluk kaplı gözüm. Ne çok dayak yemiştim öyle... Yerinde olan tek şey bakışlarımdı, onyedi yıl boyunca aşina olduğum ruhsuz bakışlarım.

Kapının kilidini açtım ama çıkmadım. Nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum ve dün geceden sonra ne diyebilirim bilmiyordum. Derin bir nefes alıp kapının kulbunu tuttum ama ben daha açamadan onun tarafından açılmış armoni kokusu ve iri bir cüsseyle karşı karşıya kalmıştım. Birkaç saniye yüzüme bakmıştı, beni es geçip dolabına yöneldiğinde öylece bakakalmıştım.

Yatağın üzerine attığı siyah pantolonu ve üzerinde 'King of you' yazan siyah tişörtü dolabından çıkardı. Kapının önünde moron gibi durup hareket etmiyordum, aşağıdan gelen seslere bakılırsa evde yalnız değildik, ürkütücü bakışlarla karşı karşıya gelmektense burada kalmak daha iyi gibi görünüyordu. Yalnızca, onun konuşmaması sinirlerimi geriyordu. Tamam benden uzak durmasını ben istemiştim, ona rağmen dün gece ben uyurken öylece odada beklemesini es geçecek olursam bugün benden ciddi anlamda uzak durması sinirimi bozmuştu.

Beklemediğim bir anda üzerindeki tişörtü çıkardı. Varlığımı yok sayıyor gibiydi. Gözlerim istemsizce adonis kaslarına inerken yutkunduğumu farkettim, böyle bir durumda onu arzulamam kendime ait değerleri bitiriyordu ve ben bu durumdan hiç memnun değildim.

Kafamı çevirip giyinmesini bekledim. Piercinglerini düzeltti ve siyah göz boyasını sürüp postallarını giyindi. Kıyafetlerini gelişigüzel yatağın üzerine atmıştı. Masada yalnızca Prada markalı bir parfüm vardı ama onu gibi kokmuyordu, farklı bir parfüm mü kullanıyordu?

Come Here Boy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin