14

12.6K 829 398
                                    

Sıcacık evin ortasında, sehpanın üzerinde görebildiğim kadarıyla sekiz kadar bira şişesi duruyordu. Marco'nun yanında ki boş şişede vardı tabi, benim elimde de ve sonra Erin'de...

Sanırım sarhoş olmaya başlamıştım. Gözlerimi kısıp sehpaya uzandım ve sigara paketini elime aldım.

"Derdin ne senin derdin?!" Marco benden beter halde, bilmem kaçıncı birasını içerken konuyu bana çevirdi yine. Daha doğrusu Styles'a, ciddi anlamda sövüyordu ona.

"Şerefsiz piç! Hayır anlamıyorum ki abi siktin bitti, Thomson'da aldı o parmağım kadar sikinin öcünü, kaçırmak nedir? Sanki bu çocuk sahipsiz! Lan koskaca ben varım arkasında ben, sen kimin kardeşini -hık- kaçırdığını sanıyorsun?!"

Konuşmanın başından beri yaptığım tek şey göz devirmek olmuştu. Marco sarhoş olunca cidden çekilmiyordu, susmak nedir bilmiyordu hayvan herif.

"Bak bak başka bir yere de götürmüyor, ormandaki eve, lan madem amacın eziyet etmek ne bokuma ormana götürüyorsun salak! İnsan Will'in evine götürür ne bileyim Thomson'ın evine götürür." Gözlerim irice açık karşımdaki sözde arkadaşıma bakıyorum. Ne yaratıcıydı o öyle.

Erin hayattan bezmiş bir ifadeyle birasını yudumlayıp telefonundan sıradaki şarkıyı açıyordu. Ve birde Marco'yu kafasıyla onaylıyordu.

"Hani şu filmlerdeki klişeler olur ya, kötü çocuk kızı kaçırır falan, sonra bunlar en büyük aşkın sahibi olurlar." Kahkaha attı. "Styles fazla dizi izliyor sanırım. Louueyh üzgünüm kardeşim ama maalesef Styles'ın hayatında böyle şeyler olmadığı için bu hikayeden bir bok ol-" kolumun altındaki yastığı yüzüne fırlattım. Hiç kıpırdamadan yatınca Erin'le birbirimize baktık.

Yavaşça yerimden kalkıp Marco'nun oturduğu kanepeye yürüdüm ve yastığı kaldırdım. Neyseki sızmıştı.

"Kafam sikildi yemin ediyorum, bir daha bu çocuğa içki içirttirirsem düz olayım." Dedim eski yerime geçerken. Hayat enerjimi emiyordu.

"Sözde biraz kafa dağıtacaktık, beynim yandı anasını satayım." Dedi Erin gülerek.

Köşede katlanmış battaniyeyi açıp Marco'nun üstüne örttüm, bizimki de böyle bir dostluktu işte.

Erin ayağını sehpaya uzatmış sigarasını içerken aynı zamanda kısık sesle çalan şarkıya eşlik ediyordu, büyük pencerenin önündeki sigara paketini aldım ve dışarıyı seyrettim. Ne yağmur vardı ne de açık gökyüzü, dışarıda kuru soğuk vardı. Yerlerin buz tuttuğunu görebiliyordum, hala dışarıya bakarken bundan bir hafta önce kaçtığım zamanı hatırladım.

Bulamamıştı bizi, daha doğrusu bulmuşlarsa bile karışmıyorlardı çünkü Erin hâlâ işe gidip geliyordu, ama onu görmediğini ve büyük ihtimale bakılırsa çetesinin bu kaçırılma olayından haberi olmadığını söylüyordu. Yani istese bulabilirdi belki.

Ortalık fazla sessizdi. Bunun fırtına öncesi bir sessizlik mi yoksa artık rahat olabileceğim anlamına mı geldiğini bilmiyordum. Ordan kaçtığım günden beri içimdeki sıkıntının da ne olduğunu bilmiyordum. Ve tanrı şahidim olsun bildiğim tek şey şimdi tam karşımda çalıların arasındaki, siyah lüks arabanın direkt olarak buraya dönük olmasıydı.

Gözlerimi kıstım ve içine bakmaya çalıştım. İçi kesinlikle boş değildi ve bu beni tedirgin ediyordu, arkamı dönüp Erin'i çağıracaktım ki gözden kaybolan arabayla afalladım. Paronayaklaşmıştım ya da sarhoşluğum yüzünden kesinlikle kendi kendime bir şeyler uyduruyordum.

Erin beni çağırdığında silkelendim ve kendimi kanepeye attım. Boğazımı temizleyip Erin'e döndüm.

"Onu ne kadar tanıyorsun? Yani onun hakkında ne biliyorsun?" Diye sordum. Mantıklı düşünemiyordum ama onu merak ediyordum. Bu merak iyi niyetli değildi elbette ancak beni kaçıran adamın nasıl biri olduğunu bilmek istiyordum.

Come Here Boy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin