Multimedya: BTS - Hold Me Tight ve Park Jimin
Annem araba sürerken sürekli konuşur, dakikada binlerce kez radyo kanalını değiştirir ve benim arabada bir şeyler yazmam hakkında mırıldanırdı genellikle. Fakat bugün, her zamankinden biraz daha ilginç bir ruh haline bürünmüştü: gergin, sinirli, belki de korkmuş...
"Arabada beklesem olmaz mı?" Hastanenin ana kapısından içeri girdik ve tabelaya göre otoparkın bulunduğu tarafa saptık.
"Ne kadar sürecek bir fikrim yok. Benimle gelsen daha iyi olur."
İsteğimde ısrar etmemeyi uzun zaman önce öğrenmiştim. Özellikle annem gergin iken ona pek karşı gelmemeye, sinirlendirmemeye çalışırdım. Bir nevi görünmez olurdum karşısında. Yine öyle bir zamandı ve bu sefer de her zamankinden farklı olanı yapmak gibi bir niyetim yoktu.
Arabadan inip sırt çantamı da aldım ve üzerinde "B girişi" yazan kapıya yöneldim. Annem de topukluları ile peşimden geliyordu. Birkaç dakika içinde koca hastanenin Kardiyoloji Servisi için ayrılan katına ulaşmıştık. Burası gerçekten büyük ve prestijli bir hastaneydi. Genelde ağır hastaları tedavi ederlerdi.
Günün birinde bir kaçık gibi davranmaya başlarsam annem beni kesinlikle buraya getirir.
Annemi daha önce pek çok kez ağlarken görmüştüm. Ağlamaktan korkan, diğerlerinin düşündüğünü önemseyen biri değildi kendisi ve istediği zaman ağlardı. Ancak hiçbir zaman şimdiki gibi çaresiz ve korku dolu görünmemişti gözümde.
Suya dayanıklı maskara ile daha da yoğunlaştırdığı uzun kirpiklerinin altında parıldayan göz bebekleri, korkusunu çığlık atarcasına bildirerek titreşiyordu. Takım elbiseli dayılarımdan birisine sıkıca sarılıp ağlamaya başlayan annemin ardında dikilip sessizce bu seremoninin bitmesini beklemekten başka çarem yoktu.
"Durumu kötü değil, Jiyoung-ah," Gözlerini devirip annemin omzunu sıvazlamaya başladı dayım. "Onun yaşında biri için fazla olası bir kriz yalnızca."
"Yine de..." Kırmızı ruj ile boyadığı dudaklarından bir hıçkırık kaçırdı. "Korkunç bir durum."
"Tamam anne, abartma bu kadar." dedim koluna dokunarak. "İçeri girelim, büyük annemi gör. Kötü olmadığını göreceksin."
"İçerisi biraz kalabalık." Saatine bakıp kravatını düzeltti dayım. "Bir saat içerisinde Washington'a uçuyorum, şimdi gitmeliyim."
Dayım yanımızdan ayrılıp asansörü beklemeden merdivenlere yönelirken, annem de aralık kapısından içerideki kalabalığın göründüğü odaya ilerledi.
"Sen gelmiyor musun?" diye sordu yüzüne düşen saç tutamını kulağının ardına sıkıştırırken.
"Seni burada beklerim," Koyu kahverengi koltuğa çöküverdim. "Benim için sorun yok."
Annem başını sallayıp ince bedeninin kapıdan içeri süzülmesini sağladı sessizce. Bir süre ne yapacağımı düşündüm. İçeri girmek, dolayısıyla bütün nefret ettiğim yakın akrabalar ile karşılaşmak istemiyordum. Ancak burada böylece oturmak da beni yalnızca kötü hissettiriyordu.
Sırt çantamı da alıp bir şeyler yazabilme umudu ile hastanenin kafeteryasına inmeye karar verdim. Böylece floresan lambalar ile aydınlanan koridordan kurtulmuş olurdum.
Asansör kullanmayı sevmediğimden, altı katı da merdiven ile indim ve hastanenin gürültülü kafeteryasına girdim.
Her taraf gürültülü hasta yakınları ile doluydu. Tüm masalar dolmuş, oturup rahatça bir şeyler yazabileceğim tek bir yer dahi kalmamıştı. Duvardaki kocaman saat gece yarısına on dakika kaldığını gösteriyordu ancak hastane hiçbir zaman sessizliğe gömülecek gibi değildi.
Bir bardak kahve alıp dışarı çıktım. Rüzgar, gecenin ısı kaybı ile karşılaşınca daha korkunç olabiliyordu. Yüzümü yalayıp geçen esinti, dudaklarımı yalama isteği uyandırdı. Dudaklarımın çatlayacağını bile bile dilim ile ıslattım küçük, pembe dudaklarımı.
Tüm bankların boş olmasına rağmen, çocuk parkına yönlendirdim ayaklarımı. Birkaç dakika sonra spor ayakkabılarımın içinde donacak olan parmaklarımı umursamadan soğuk havada yürüdüm.
Boş salıncağa oturdum ve hafifçe sallanmaya başladım, elimdeki kahveyi dökmemek amacıyla. Ciğerlerime hapsettiğim her nefes, özgürlüğe kavuştuğunda su buharına dönüşüyor ve değişik şekiller alarak tekrar kayboluyordu.
Yan salıncağa birinin oturduğunu ancak demir zincirin şıngırtısı ile fark ettim. Üzerinde hastane önlüğü ve kalınca bir mont olan, koluna bir iğne ile bağlı olan serumun asılı olduğu tekerlekli askılığı sürükleyen biriydi. Yüzünü tam göremesem bile tanıdık geliyordu. Solgun ifadesi, hasta olduğunun en büyük kanıtıydı.
"Buranın manzarası güzeldir." dedi serumun bağlı olmadığı eliyle demir zincire tutunarak.
"Seni bir yerden tanıyorum." diye mırıldandım sağ elimdeki kahveyi diğerine geçirirken. Kahveyi göstererek, "Nazik bir kız olmalı mıyım?" dedim ardından.
"Ben nazik bir oğlan olmayı sevmediğimden, nazik bir kız olman umurumda olmaz." Gözlerini direkt olarak gözlerime sabitleyerek konuştu. "Ancak, genelde metroda savaştığım kişileri çok iyi hatırlarım."
"Tabi ya!" İşaret parmağımı ona yöneltip, çoşkuyla sesimi yükselttim. Kendim bile şaşırtmıştım bu heyecanıma.
"Metroda mağlup ettiğin kişiyi bir hastanede görüp bu kadar mutlu olacağını bilseydim daha önce haber verirdim." diye güldü hafifçe çocuk. Gülüşünde bir parça alay, biraz huysuzluk ve samimiyet vardı.
"Adın ne?" dedim garip bir cesaret ile. Hayatımda ilk kez, tanımadığım bir insan ile bu kadar rahat konuşuyordum ve bunu yapabildiğim kadar yapmak istiyordum. "Aynı okuldayız."
Çocuk bana garip bir bakış attı. Benim bir sapık olup olmadığımı anlamaya çalışır gibi bir bakıştı bu. Sonunda dudaklarını araladığında, "Yoongi," dedi kısık sesi ile.
Başımı onaylarcasına sallayıp, adımı sormasını bekledim. Çünkü böyle olurdu. Siz birine adını sorardınız, onlar da size sorardı ve sonra tanıştığınıza memnun olup başka bir konuya geçerdiniz.
Ancak bizim ilk konuşmamız böyle olmadı. Diğer bütün yaşayacaklarımızın da normal olamayacağı gibi...
Yazar Notu:
İlk tanışmalarını uğrak yerim olan hastanede yaptığım için mutluyum. Zaten bir önceki bölümden de anlaşılacağı üzere bol bol hastane kokusu ile karşılaşma şansımız olacak hikaye boyunca.
Öte yandan, çoktan beşinci bölüme geldik ve ben bölümler hakkında en çok şu yazar notu şeysini seviyorum. Allah cezanı vermesin ^○^
Bir kurgu üzerinde daha çalışıyorum. Bu hikayem biraz daha rayına oturduğunda kurgusunu tamamlayabilirsem eğer onu da yayınlayacağım.
Buraya kadar okuyan okumayan herkese teşekkür ediyor, oy ve yorum ricamı tekrarlayıp gidiyorum.
Öpüldünüz.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
pale hearts
Fanfiction"Öleceğim." diyor genç çocuk, kız onun saçlarıyla oynarken. "Sorun değil," Kız beceriksizce gülümsüyor. "Hepimiz ölüyüz zaten."