Okuyan Tüm Kardeşlerime...öncelikle okuduğunuz için teşekkürlerimi iletiyorum.
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Beni sorarsanız sağlığınıza duacıyım. Umarım ki hayatınız yolunda gidiyordur. Güzel okurlarım, şunu belirtmek istedim "karekter ismi" yazdıktan sonra o karekterin gözünden yazıyorum. Umarım beğeniyorsunuzdur. Her emek beğenilmek ister. Allah hepimizin emeklerini hiç boşa çıkartmasın.
Dilerim faydalı oluyordur. İyi okumalar dilerim...''Tarık''
«Ant olsun, ilk yaratmayı bildiniz, (bunu) düşünüp ibret almanız gerekmez mi? Ektiğinizi gördünüz mü? Siz mi onu bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık, hayret ederdiniz. 'Biz borçlandık, doğrusu biz yoksun bırakıldık!' (derdiniz). İçtiğiniz suya baktınız mı? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? Çaktığınız ateşi gördünüz mü? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere fayda yaptık. Öyleyse ulu rabbinin adını yücelt.» VAKİA, 62-74.
Tarık pufa oturmuş, telefonuyla meal okuyordu. Şükrün ve zikrin önemini bu ayetle fikreylemiş oldu. Ve abdesti olduğu için iki rekat şükür namazı kılmak istedi. Elbiseleri bunun için temizdi ama o bin tane elbisesinin içinden en güzelini giymek istedi. Bu yüzden dolabının rayını sürüdü ve en sevdiği beyaz gömleği, gece mavisi pantolonu giydi. Yakasını bir düğme kapattı, kollarının düğmesini çözdü ve geri kıvırdı. Çekmeceyi araladı daha bu gün aldığı takkesi ve seccadesini alacaktı ki, geçenlerde çekmeceye eciş bücüş tıkıştırdığı Şermin'in kurumuş kan lekeli şalı eline ilişti. Seccadeyi ve takkeyi aldıktan sonra, çekmecede lekesiyle dura dura kırışmış, rengi atmış şal için üzüldü. Ama yapabileceği birşey yoktu şala baktı ve'oyalama beni, namaza geç kalıyorum' deyip çekmeceyi hızla kapattı. Bu gün Tarık aile üyelerine yani; cici annesi Saliha, babası Erdem, cici kız kardeşine birer seccade, baş örtüsü, takke alıp akşam yemeği yenmeden hediye etmişti. Babası ve herkes buna sevinmişti, sanki Tarık onlara bir adım atmıştı. Oysa Tarık sadece işin sevap boyutuyla ilgileniyordu, adım attığı falan yoktu. Tarık hep kendi çıkarlarını düşünen biri olmuştur, onu buna iten şey ise çocukluğundaki ihanet! Annesinin kendi çıkarları için 7 yaşında bir çocuğu terk etmesini normal bularak, herkesin kendi çıkarı için yaşadığını kabul edip, herkese bununla yaklaşıyordu, hayatında güvendiği bir insan bile yoktu. Babasının bile ona oyun oynayan bir yalancı olduğunu düşünüyordu. Ah evlatlar, evlat baba olmayınca anlayamaz babasını, bilemez, çünkü hala büyümemiş bir çocuktur, çocuk lar ise, bazı şeyleri gözlerinin önünde olsa bile göremezler. Kendi kanını taşıyan biri onları bir 15 yaş büyütmeye yetiyormuş, kim ne yaparsa yapsın, fıtrat bu.
Kısaca Üstad Necip Fazıl'ın ''Kaldırımlar yanlızların annesi'' dizesini, benimsemiş biri Tarık... Sokak çocuğu bir az, bir az gece damda dalaşan tüyü kabarık kedi, arabesk müziklerin kasveti bir az, bir az yağmur yüklü bulutlar, bazen gökkuşağı, bazen en korkutucu fırtına!... Şuan ise; ellerini Rabb'isine açmış, bin günahla, bin hatayla, O'nun merhametine sığınıp, cennetteki huri kızlarını istiyordu. Tabii bir de köşkleri, bu işin espirisi, asıl amacını biliyordu Tarık, onu en yapa yanlız hissettiği zamanda en ümitsiz hissettiği, en isyankar halinde bile bir lütuf ile, kendisini tanıtmıştı. Bu Ebedi Lütufkarın Rızasını istiyordu. Tarık amin dedi ve düşündü. Ne idi o lütuf? Nasıl tanıdı Rabb'ini? Münzevi! Uzlet! Şermin! Tüm bu güzel hislerin başlangıcı onun tesettüre riayet etmesi değil miydi? Tarık Şermin'i pek umursamıyordu. O emrin güzelliğine bakıyordu, bir kişi hidayete erdiğinde bir kişi daha hidayete eriyor. O bu lütfa bakıyordu. Tarık seccadeyi kaldırdı ve dürdü, takkeyi çıkarttı ve üstünü değiştirdi, bir sweet birde rahat eşofman giydi. Ve çalışması gereken dosyayı Bismillah deyip açtı. Niyet etti, 'Allah'ım senin rızan için çalışıyorum' diye, böylece inanıyordu ki, daha bereketli ve verimli olacaktı çalışması... Tam işine odaklanmıştı ki kapısı tıklatılmış ve açılmıştı. Gelen üvey annesi Saliha hanımdı. Tarık kafasını dosyadan kaldırdı. Ve gelene baktı ki, yüzünü ekşiterek önüne döndü. Saliha hanım şefkatliydi. Tarık istemesede, onun annelik alışkankılığı olan baş okşama huyu şimdi de etkileşime geçmişti. Masada oturan Tarık'ın saçlarını okşayacaktı ki Tarık kafasını çekerek engel oldu. O artık kimseden böyle bir yumuşaklık istemiyordu. Saliha hanım üzülmüştü '' Beni istediğin zaman, annen olarak kabul et,lütfen benim sana annelik göstermeme mani olma. Sevgi anne çocuk arasında karşılıksızdır, ben anneyim. Sen sevmesen de ben seni her şeklinle severim.'' Dedi yumuşak ve hüzünlü bir ses tonuyla. Tarık döndü ve ''ya... O zaman sana sadece şuradan şuraya kadar dokunmana izin veriyorum, geri yanı ücrete tâbii tutuyorum.'' diyerek dirseği ve bileği arasını gösterdi. Yani Saliha hanım sadece Tarık'ın koluna dokunabilecekti. Saliha hanım onunla dalga geçen genç adamın başını tekrar okşadı ve: ''sevgi pahabiçilmez, al ben sana bütün servetimi vereyim oğlum.'' dedi tebessüm ederek ve ilk gelin olduğunda takılan bileziklerini gösterdi. Saliha hanım ne yapsaydı da sevgisinin gerçekliğini anlatsaydı Tarık'a? Tarık anlamlı anlamlı, başına dikilmiş olan cici annesini seyretti ve: ''sen de iyi biliyorsun ki o servet zaten senin değil.'' dedi tebessüm ederek. Saliha hanım cevapladı: ''servetin kimin olduğu umrumda değil, sana sevgimin gerçekliğini nasıl ispat edeceğim ben?" Dedi. Tarık ilk defa içinden geçenleri annesiyle paylaştı: "senin sevginden şüphem yok ki benim." Dedi, Tarık ayağa kalktı ve Saliha hanımın gözlerine derin derin baktı ve: " Ben senin beni şefkatine alıştırıp gitmenden şüphe ediyorum. Sakın bana seni asla bırakmayacağım deme! çünkü ben kimseye güvenmiyorum." dedi. Saliha hanım üvey oğlunun içinde olduğu durumu anladı. O bir anneydi. Anlar yani... Hisseder. Canı yandı. İçli bir sesle; " Sen nasıl istersen oğlum. Aradığında ben buradayım, yanındayım..." Dedi... Tarık bu sözlere pek kulak asmadıysa da başını sallayarak onayladı. Saliha Hanım hatırlatma için geri döndü ve: "ben gidiyorum, akşam yemeğine sofrayı kuracağım. Gel olur mu?" Dedi ve Tarık cevapladı: "ben yemek yiyemem ama masa da en azından görünürüm." Dedi. Saliha hanım ona da razıydı, yeter ki bir kere hep birlikte oturalım diye düşündü. Ve kapıyı kapatıp çıktı. Tarık kaldığı yerden devam etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Münzevi
EspiritualSessizliğin kör olduğu bir şehirdi Tarık... Şermin'se Dibi görünmez, muallak bir kuyu... Suyun sesi niyedir bu denli nazik ve nazlı? Sebebi ki o suyun duruluğu ve saflığı... Ey güvenli şehir, Sina dağı kadar esrarengizdir gözlerin, Nil'e düşer gö...