Selamün aleyküm... Bazı bağlantı hatalarından dolayı bir kaç hafta burada olamadım hakkınızı helal edin, iyi okumalar dilerim.
"Tarık-Şermin"
Şermin'in hiç sesi soluğu çıkmıyordu. bir yola bir de kolundaki mavi pembeli küçücük küçücük dizilmiş boncuğa bakıyordu. Tek merak ettiği; Tarık'ın neden hiç sinirlenmediği, kızmadığı, köpürmediği... 'Olabilir' dedi içinden; 'olabilir, belki çocukluk evresinden delikanlılığa adım atmıştır. Olgun olmaya çalışıyordur...' diye merakını giderdi. Şermin böyle... Her şeyi kendi kafasında kurgular ve merak, sevgi, korku bu ve benzeri duyguları kendi içinde' "kendince" aşardı. Halbuki sorsaydı bil hassa kendi için iyilik edecekti -psikolojik olarak- o bunun farkında bile olmayan biriydi. Körelmişti iyice, her şeyi çalışmak ve para kazanmak olarak görüyordu. Yani yükünü kendi taşıyor yine kendi yükünü kensi omuzlarına o yüklüyordu. Tarık bunu; yani bu zaafı adı gibi bildiği için bazen işine geldiği gibi kullanıyordu, ama artık Şermin hakkında düşüncelerinden sıyrılmış; o beynindeki kapitalist global ve sömürge zihniyeti gitmiş yerine hoşgörü politikasını getirmiş ve hatta Şermin'in iyi biri olduğunun farkına vardı, güvendi...
Şermin yine saf saf etrafa bakınırken Tarık gözleri açık, nerede ne var? Ne olmuş? sorgularıyla bakıyorudu... Örneğin Şermin ağacın yaşlılığını ve yaratılışının mükemmelliğini Allah ile birleştirip tefekkür ederken, Tarık; 'bu ağacın meyvesi ne kadar eder?' diye düşünüyordu. Öyle bir zekaya sahip o da ne yapsın... Başka bir misal, arabanın krem renkli döşemesi onda başka anlamlar uyandırırken, Şermin için sadece bir koltuk... Tarık yine iç döşemelerin harikalığını içinden metederken sağ elinin parmakları radyoya gitti. Açtı...Araba birden yıllar öncesine tayy-i zaman yapmışçasına Barış Manço'nun sesiyle 80'lere gitti. Yani onlar doğmadan önceki yıllara...
Şermin teyibe bakıp tebessüm etti. Yunus Emre gibi mütevazice halâ mahlas -şairin şiirinde kendi ismini geçirtmesi- kullanması onu etnik, yazdığı sözlerle bir bakıma döneme yumruğunu vuran bir hava katıyordu. Çok içten ve anadolunun hem etnik hem modern tarafını taşıyan bir sanatçının eseri kulaklarındaydı ve bu adam, her ismi anılışında tebessüm ettiriyordu. Tarık şarkıya eşlik ederek mırıldanıyordu. Şermin ona baktıkdan sonra kahkahalarını tutamıyor, sessiz sessiz gülüyordu.
Tarık Şermin'i evine bıraktı. Yolda topladıkları çıntarları Şermin'e uzattı. Saat 4 olmuştu, Şermin saatine baktıkdan sonra poşedi aldı. Başı eğikti, gözlerini asfaltın karasından arabanın beyazına çekti ve Tarık'a bakmaksızın: "teşekkür ederim Tarık bey. Bu gün böyle kuzularla, köy havasıyla falan çok güzel oldu. Sağ olun..." dedi. Tarık yere bakarak gülümserken yanağındaki çizgileri, sağ kaşındaki yara izini hiç unursamadan: "Gezip geldik işte. Bu yolculuk benim için de güzel oldu. Vakit olursa bir daha gidelim İnşAllah." dedi. Şermin tamam dercesine başını yavaşça salladı ve: "ben gideyim artık. Hayırlı akşamlar." dedi. Tarık: "iyi akşamlar Şermin hanım..." dedi ve o arabaya girerken, Şermin' de apartmandan içeri girdi."3 hafta sonra"
Nuray, Hasan ile buluşmak için yola düşmüştü. Yanında abisi de vardı. Tarık prosesür olarak 3. kişi olmak zorundaydı. Bu yüzden ki o da vardı.Hasan cafede bekliyordu. Masadaki peçeteyi aldı ve oynamaya başladı. Başı yere eğikti. Namahremleri görmemek ruhuna iyi geliyordu. Nuray ve abisi de gelmişti zaten. Hasan ayağa kalkarak onları karşıladı. Ve hep birlikte oturdular masaya. Bir zaman sonra Tarık sessizlikten sıkıldı ve:" Ben varım diye mi bu kadar suskunsunuz ya siz? Konuşsanıza abiciim!" dedi. Hasan gözleri masada titrek titrek Tarık'a baktı ve:" yok... Şey... Nasılsınız? iyisiniz inşAllah... İşler nasıl?" dedi. Tarık Nuray'a baktı. Nuray'ın gözleri masadaydı. Sonra söze girdi: "Elhamdülillah da... Her halde benim işlerimden daha önemlidir sizin işleriniz. Sonuçta bu cumartesi nikah var... Dimi?" dedi. Tarık'a hak verdiler. Hasan Nuray'a döndü ve nedense bir tebessüm oturuvermişti yüzüne. Nuray hayasıyla başı dik gözleri mendildeydi. Hasan söze girdi: "Alış veriş nasıl gitti? Ev içinize sindi değil mi?" dedi. Hasan ve Nuray hala sizli bizli konuşuyorlardı. Nuray: "evet. Ev çok güzeldi. Sonra alış veriş de öyle... Önemli olan zaten mobilya değil ki... O evdekilerin muhabbeti." dedi. Nuray dekorasyona ve giyime çok önem verirdi ki, şimdi düşündüğü tek şey, Hasan'la muhabbetlerinin güzelliğiydi. Kafasına koymuştu Nuray. Öyle iyi bir eş olacaktı ki, öyle muhabbetli olacaklardı ki; Tarık da evlensin... Onlara bakıp bakıp imrensin! Nuray muzipce bunun peşindeydi bir az bir az... Hasan devam etti başını evet manâsında sallayarak:" evet... Öyle... Gelinliğinizi de aldınız mı?" dedi. Nuray sevinçle:"ben kendim diktim ki gelinliğimi önceden... Uzun kollu sevdiğim için problem olmadı..." dedi. Hasan becerikli müstakbel eşinin hep iyi yanlarını görse de aslında buraya bir başka konu daha konuşmak için gelmişti... Nuray başka bir erkekle konuşurken de böyle gülümsüyordu. Cana yakın... İster istemez Hasan'ın kıskançlık damarı tutmuştu:" Nuray hanım... Siz çok cana yakın birisisiniz. Yani maşAllah gülümsemeyi hiç unutmuyorsunuz... Bu özelliğinizi çok seviyorum... Nuray hanım, bakın benim dedem nenemi halâ kıskanır... Hâlâ daha bundan didişirler... Ben de kıskanç biriyim. Lütfen benden başkasına böyle sıcak davranırken bana daha fazla sıcak davranın. Olur mu? Hiç bir ilişkimde haz etmiyorum, misafir gelse annemi babamı bile kıskanıyorum ben..." dedi. Nuray bir az tedirgin olsa da olabilir dedi ve:" Peki dikkat ederim Hasan bey..." dedikten sonra ekledi: "ben de anlayışsız insanları sevmiyorum... Yani suizan yapan insanları... Yani bir insan sürekli hüsnüzan yapmalı. Siz de buna dikkat edin olur mu? Hani olmaz ya... Olursa diye söylüyorum." dedi. Aralarında kısa süreliğine soğuk savaş çıksada halâ birbirlerini seviyorlardı...
Tarık bu soğuk savaşın ortasında kalan çocuklar gibi masanın altına altına sinmişti. sindiği yerden yavaşça sıyrılarak tekrar oturduğu yerde dikleşti ve;" 2016 düğüncüleri!... Nuray, özellikle sen, Benim işlerim var şirkette. Daha konuşacak değilseniz, kalkalım artık" dedi.
Ve kalktılar. Hasan hüzünle Nuray'a baktı. Nuray keşke o kadar sert çıkmasaydım pişmanlıklarıyla abisinin peşine düştü.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Münzevi
EspiritualSessizliğin kör olduğu bir şehirdi Tarık... Şermin'se Dibi görünmez, muallak bir kuyu... Suyun sesi niyedir bu denli nazik ve nazlı? Sebebi ki o suyun duruluğu ve saflığı... Ey güvenli şehir, Sina dağı kadar esrarengizdir gözlerin, Nil'e düşer gö...