''Şermin''
Şermin'i En büyük amcasının yanına getirmişlerdi, 1 sene önce vefat eden amcası geriye bir adet malikane, bir adet yenge bırakmıştı Şermin'e, bir de emmi oğlu. Şermin gözlerini devirdi eve bakarak. Arkadaki kötü adamın: ''uyuklama da yürü!'' demesiyle irkildi ve eve doğru o güzelim çiçekli taştan yolda yürümeye başladı. Kocaman lüx bir villa, kocaman modern bahçesi, kocaman beyaz kapısı ile göz kamaştıran bir ev olmuş amcasının evi. Şermin Kars'tan giderken apartmanda oturan amcası, bir anda bu kadar zengin olmuştu. Şermin şaşkınlığını gizleyemeden kapıdan içeri girdi ve salonu buldular. Evin içi de çok kocamandı, sarı beyaz altın kaplama gibi olan merdivenler, koca koca avizeler, yere serilmiş ipek halılar... Şermin etrafa masum bakışlar atıyordu. Salona yengesinin yanına getirildi hemen, Şermin iki kanatlı kapıyı açtı ve içeri girip yürümeye devam etti, yengesi karşısında tabloyu incelerken: ''Hoş geldin yeğen.'' diyerek Şermin'e döndü. Şermin şaşırmış bir çehreyle başını sallayıp: ''Hoş bulduk.'' dedi, yengesi eski yengesi değildi, karşısında saçları kızıl fön çekilmiş , yaşından genç gösteren bir kadın duruyordu, Şermin öylece ona bakıyordu. Yengesinin yüzünde kibirli bir gülüş vardı: ''Nasılsın bakalım... Psikolog olmuşsun diye duydum'' dedi. Şermin başını eğerek: ''Hm... Elhamdülillah geçinip gidiyoruz'' deyince yengesi: ''Dünya telaşı işte... Bir az keyfine bakmalısın Şermin... Bu eve gelin olduğunda buna hayli zaman ayıracaksın'' dedi. Şermin konuşmak istemiyordu, bütün cümlelerin yükü ağır geliyordu, bütün cümleleri de yengesi kuruyordu: ''Çınar nerelere kayboldu acaba... Buralardaydı, Kemal bey! Kemal bey! Lütfen Çınar'ı bulup getirin.'' dedi sırıtarak, çokta sırıtık bir kadındı. Şermin başını eğmiş sadece halının desenlerine bakıyor, hiç umursamıyordu, gözleri acılıydı. 'Git' dedi, 'gelme' dedi. Yüreğinin acısı diline vursa gerek ki, mecal bulamıyordu konuşmaya, ara sıra derin derin nefes alma ihtiyacı duyuyordu, boğulduğu için... Sanki içinden bir şeyler tutup boğuyordu Şermin'i. Yengesi de üstüne geldikçe geliyordu: ''İstersen şimdilik odana çık... Akşam yemeğinde çağırırım ben seni.'' dedi. Şermin açtı, öğlen yemişse bile yine de açtı. Yengesine laf yetiştiremezdi, mecali yoktu. Arkasını dönüp hizmetliyi takip etmek istedi. Arkasını dönmüş yere bakarak bir köle misali yürüyordu. Çınar ise annesinin emri ile salona gelmişti. Hayli büyümüştü. Şermin onu fark etmedi, ta ki Çınar: ''Amcamın kızı?! Nereye gidiyorsun?'' diye elini cebine sokarak söyledi. Şermin çağrıldığı tarafa dönüp kafasını kaldırdı, Çınar'ın yüzüne bile bakmadı: ''Odama...'' dedi asık bir surat ve yorgun gözlerle. Çınar bu soğuk kızı görünce çok şaşırmıştı. O da çok büyümüştü, eski Şermin yoktu sanki... Kahkahaların davetiyesi Şermin... En üzgün zamanında bile gönül alan Şermin... Tatlı dilli Şermin... Sanki gitmiş yerine soğuk bir kız gelmişti: ''Seninle gezelim diyorum. Gitme istersen.'' dedi hiç bir şeyi umursamayarak. Şermin yine omuzları düşük: ''tamam.'' dedi ve bekledi. Çınar: ''Anne biz komşuya gidiyoruz'' diyerek Şermin'i alıp gidecekti ki, Şermin durdu. Arkasına dönüp bir daha baktı koca duvara, ne görüyordu ki orada? Şermin'in gördüğü şey bir kılıçtı. Gözleri dolu bakmıştı o kılıca ve yengesine bakıp: ''Onun yeri orası değil!'' dedi. Yengesi Şermin'in gösterdiği yöne baktı, duvarda asılı kılıcı gösteriyordu. Şermin'in ne demek istediğini anlayınca sinir bozucu bir cevap vermek istedi: ''Toy ne dediyse o güzelim! Ne yaparsın? Kılıç en büyüğündür, bu böyle! Tabii sen yoktun, karar alınırken. Neden orada değildin? Gelseydin de sahip çıksaydın'' dedi. Şermin yengesine hızla yaklaştı ve gözlerinden yaşların aktığını umursamayarak hiddetle: '' Kendi kafanızdan uydurduğunuz, kararda töre de toy da sizin olsun! Ama o kılıç o duvarda durmayacak, kılıç sizde kalmayacak!'' dedi. gidiyordu ki Yengesi bağladığı kolunu çözüp Şermin'in kolunu sımsıkı kavrayıp kendine çevirdi ve dişini sıkarak konuştu: ''onu sen değil ben bilirim! deden de ninen de kafasızdı! O kılıç yakında satılacak!'' dedi. Şermin kolunu sinirle çekti ve yengesinin gözlerine hınçla bakıp: ''Atasına sövenin evladı vefasızdır! Bu unutma! senin dediğin ben buradayken asla olmayacak duydun mu!'' dedi ve gitti. Çınar da annesine baktıkdan sonra Şermin'in peşinden gitti ve Şermin'i dışarıda yakalayıp :''Ne oluyor sana!? Bırak alt tarafı bir kılıç!'' demesiyle Şermin aniden durdu. Çınar'ın yüzüne bakmadan: ''Annen toprağın altındaki dedemize, ninemize kafasız dedi! O kılıcı belki sen önemsemeyebilirsin. Nasılsa cesaretin tavuğun kini bile geçemez. Pısırığın tekisin! Ama ne olursa olsun ben dedemin emanetini, babama yadigarını alacağım o atasız kadından!'' dedi. Çınar annesine ve kendine edilen laflara çok kızdı ama Şermin'e de kıyamıyordu: ''Başkası olsan şimdiye canını yakmıştım Şermin!'' dedi. Şermin soğuk ses tonunu korumaya devam etti ve: ''Canımı yaksan ne olur? Ben zaten yandım...'' dedi yine gözlerinden yaşlar akıtarak, devam etti: ''Senin yüzünden her şeyim İstanbul'da kaldı... Her şeyim...'' dedi yoldaki soğuk döşeli taşlara bakıp. Çınar Şermin'e üzülüyordu: ''Bak, biliyorum bu böyle olmaz. İnan bana İstanbul'a geri döneceğiz yine işine devam edeceksin.'' dedi. Şermin hayır anlamında yavaşça başını sallayıp: ''Her şeyimden kastım o değil ki... Gerçi sen ne bileceksin ki? Hiç birine alıştın mı? Alışmış olsan onu bırakamazdın.'' dedi. Çınar'ın yüreğindeki kor ateşlendi birden ve üzgün bir ses tonuyla: ''Sen çok mu alışmıştın ona?'' dedi. Şermin: ''Hayır... Salaklık ben de...'' dedi kabaca. Çınar: ''Neden kendine salak diyorsun?'' dedi bilse de cevabı. Şermin: ''bilmiyorum! Tek bildiğim nefes alamıyorum. İçime bir şey oturdu, acıyor mu desem? Daralıyor mu desem? Bilemedim.'' dedi. Çınar: ''Seçimlerinden dolayı olabilir mi?'' dedi. Şermin cevabı bulan Çınar'a döndü ve: ''Evet... Doğru... Keşke daha çok para istemeseydim, hani taşındım mı? Daha iyi bir hayat kurdum mu aileme?'' dedi. Çınar: ''Neden daha çok para istedin?'' dedi. Şermin: ''Daha iyi koşullarda yaşayabilmek için.'' dedi. Çınar: '' peki bunun neresi salakça?'' dedi. Şermin: ''Büyük buluşma da ki o hesap soran adam gibi sorup durma artık! Eğer ben o işi kabul etmeseydim kuzu gibi aynı yerimde çalışacaktım! Tarık'a hiç bir zaman alışmayacaktım! Şimdi o dengesizi özlediğime inanamıyorum! Kendime bunu söyleyemiyorum bile.'' dedi, sözlerinden sonra geç olsa da durup düşündü. Çınar kollarını bağladı: ''Daha rahat nefes alabiliyor musun şimdi?'' diye sordu. Şermin: ''Hayır'' diye net cevap verdi. Çınar kollarını çözdü ve: ''Ne yaparsak nefes alabilirsin?'' diye sordu. Şermin durup düşündü, Tarık'ın yanına gidip özür dilemek istiyordu ama bir daha karşısına çıkmayacaktı, öyle sözleşmişlerdi. Bunun yerine hiç bir şey söylemedi ve sadece hüngür hüngür ağladı. Çınar sesini duyurabilmek için bağırarak: ''Onu sevdiğini bağırarak söylersen Nefes alabilirsin belki!'' dedi amacı kendi yapamadığını Şermin'e yaptırmaktı, böylece belki kendi de nefes alabilirdi, kendi sevdiği kızın adını bağırmaya cesaret bulamadığı için Şermin bağırırsa o da nefes alabilirdi belki. Şermin ağlamayı kesti ve Çınar'a bakıp: ''Bunu benden neden istiyorsun?'' diye sordu. Çınar gülümseyerek :''umudunu kaybedip etmediğini ölçüyorum, nasılsa evleneceğiz diye ümidini kaybedip bağırmamayı mı? yoksa hala ümitle onun yanında olacağına inanıp bağırmayı mı seçeceksin, merak ettim.'' dedi. Şermin avazı çıktığı kadar bağırdı: ''Nefret ediyorum! Ben bu içimdeki şeylerden nefret ediyorum!'' diye. Çınar: ''Tarık'ı sevmiyor musun?'' dedi. Şermin: ''Ondan da nefret ediyorum! O adam olsaydı zaten beni buraya o salak o aptal adamlarla salmazdı! Git demezdi! Bir daha sakın karşıma çıkma demezdi! Neden diye sorardı. Gitme derdi... Sana alıştım derdi. Söylerdi erkek olsa! Söyleyemedi işte! Ben de sırf inadıma kalktım geldim işte! Oldu mu Çınar efendi!!! Oldu mu?!!'' diye ağlaya ağlaya kükredi, bir şimşeğin hınçla çakması gibi. Şermin devam etti: ''Ya sen Çınar? Sen unuttun mu o günleri ha?!'' dedi. Çınar Şermin'e acı acı bakıp: '' Ovada kuzularla oynadığımız günleri mi? Yaban keçilerini seyrettiğimiz günleri mi? Dedemin bizi ip atlattırdığı günleri mi? Çamurdan taştan ev yaptığımız günleri mi? Dedemin o anlattığı masalları mı?Kocaman bir aile olduğumuz günleri mi?'' dedi. Şermin de Çınara acı acı bakıp: ''Ne oldu o günlere Çınar? Biz nasıl böyle dağıldık!?'' diye sordu. Çınar göz yaşı akıtarak :''Dedemin söylediğini unutun mu? Bir köye yerleştiğinde toprak sevgisi girer araya, ektiklerinin sevgisi girer araya. Satın aldığı yerler girer araya... Dememiş miydi bize... Nasihatı unuttuk Şermin... Öğüdü kaaleye almadık.'' dedi. Şermin: ''Ne yapacağız? Yine öyle koca bir aile olamaz mıyız?'' dedi. Çınar: ''Kiminle? Kim kaldı geriye?'' dedi. Şermin eğdi başını... Çınar da eğdi... Gün batmıştı Kars'ta... Havada bir kaç yarasa uçuşmaya başlamıştı. Şermin ve Çınar soğuğa aldırış etmeden dışarıda öylece düşünüyorlardı. Şermin düşündüklerini söyledi: ''Eğer biz Şamil'in torunuysak, bir araya toplamak zorundayız! Kiminle olursa olsun'' dedi. Çınar hak verdi amca kızına: ''Evet. Eskisi gibi olmalıyız.'' Dedi. Şermin: ''Biz seninle eskisi gibi kardeş olmalıyız dimi Çınar...'' dedi. Çınar başını sallayarak: ''Biz aynı çadırda doğduk, aynı tastan çorba içtik, aynı ovada koşturduk, aynı kuzunun yumuşak karnına başımızı koyduk Şermin... Biz kardeşiz.'' dedi gülümsemeye çalışarak. Şermin de: ''Anneni ne yapacağız o zaman?'' dedi, Şermin'in zekası durmuştu, ya da çalışası gelmiyordu. Çınar: ''Aslında mirası üstümüze geçirmek için sen lazım değilsin... Annem senin üstüne olan malları da almak için seninle evlenmeme zorluyor beni.'' dedi. Şermin çenesinden akmakta olan yaşları elinin tersiyle silip: ''vay uyanık yengeme bak sen! İnadına vermeyeceğim! Ya da... Ben parayı ne yapacağım ki... Boş ver onun olsun, ben kılıcı itiyorum! Onu satmasına izin verme Çınar ne olur!'' dedi. Çınar: ''Tamam... İzin vermem. Ama biz ne yapıp edip bu nikahı iptal ettirmeliyiz.'' dedi. Şermin'in aklı da durmuştu ki... Ne yapacağını bilmiyordu. Şermin dönerek arşınladı bütün bahçeyi. Çınar ise merakla onu izliyordu, hava kararmış bahçedeki lambalar yanmıştı. Şermin koşarak Çınar'ın yanına geldi ve buldum diye bağırdı: ''Buldum emmi oğlu buldum!'' dedi sevinçle. Çınar sevinçle bakan Şermin'e gülümsedi ve: ''Ne buldun?. Hem bağırma.'' dedi. Şermin kısık sesle konuşarak: ''Benim yerime dublör kullanacağız.'' dedi. Çınar: ''Ne lör ne lör?'' dedi. Şermin :''Dublör abi dublör işte... Bir filmde görmüştüm. Kız evlenmek istemediği adama kendi değilde başka bir kızın kimliğini veriyordu, adam da kimlikleri kendi adamlarına veriyordu nikah memuruna onlar başvuruyordu, aslında evlilik cüzdanı senle ben değilde bir başkasıyla bir başkasının evlilik cüzdanı olacak ama, Nikah memuru bizim adımızı söyleyecek, ben de de yani dublörde duvak olacak zaten, o sıra da ben İstanbul'a tüğeceğim. Sen de ömrünün sonuna kadar burada kalıp felç geçirmiş annene bakacaksın.'' dedi. Çınar kafasını kaşıyıp: ''Annem niye felç geçiriyor?'' dedi saf saf. Şermin: ''E ben yani benim yerime geçen kız duvağı kaldırınca şok olacak da ondan!'' dedi kötü kötü gülerek. Çınar mızmızlandı: ''Hop dedik... ben kalmam burada ben de geleceğim İstanbul'a... Ayrıca şöyle yapalım o zaman, ben sevdiğim kızı nikahıma alayım, gelinliği o giysin, duvağı da o taksın, nasılsa duvağın altında görünmüyor yüz...'' dedi. Şermin gerçekten kahkahayla güldü ve: ''Senin sevdiğin kız mı var?'' dedi. Çınar gülmeyerek :''niye? Olamaz mu?'' dedi. Şermin gülerek: ''Olur. Olur da ben çok acırım o kıza. Böyle kaynanayla... Bir de böyle ana sözünden çıkmayan koca!'' diye kahkahayı bastı. Çınar hiç gülmüyordu :''Kim demiş annemi göreceğim diye, duvağı açmadan doğru İstanbul'a... Ne işim olacak buralarda.'' dedi. Şermin: ''Sen İstanbul'u bizim aşağı ki köy sandın herhalde! Ne kadar pahalı orası biliyor musun? Bir köprüden geçeceğim diye 140 milyon veriyorsun!'' dedi. Çınar'ın ağzı açık kaldı ama sonra: ''Biz de karşıdan karşıya geçmeyi veririz canım...'' deyip yutkundu. Şermin :''He... Yayan geç istersen... Öyle daha ucuz. Hem ne iş yapacaksın!? Kızı rezil etme oralarda.'' dedi. Çınar: ''yok benim işim hazır, kahvehane işletirim, akarı yok kokarı yok, temiz iş.'' dedi. Şermin: ''E sen mimarlık okuyordun hani? ne oldu ki...'' dedi. Çınar: ''Aman... İş bulamıyorum ben mimarlıktan.'' dedi. Şermin güldü ve: ''sen ciddi ciddi, İstanbul'u aşağı ki köyle karıştırıyorsun emmi oğlu. İstanbul'da mimarları havada kapıyorlar sen ne diyorsun?'' dedi. Çınar: ''Valla de...'' dedi sevinçle, Şermin: ''Ben yemin etmem kolay kolay, ama öyle. Hatta bizim şirket bir tane daha alacak falan diye duydum.'' dedi. Çınar sevindi ve: ''Oh be! İstanbul'da iş de hazır... Bir tek, Şermin'e onda gönlüm olduğunu söylemek kalıyor.'' dedi. Şermin: ''Şermin?'' dedi. Çınar: ''Kars'ta bir sen misin Şermin? Aşağı ki köyde bir kız gördüm, çok güzel... Gönlü varsa onu alacağım ben de...'' dedi. Şermin: ''Ne iş yapıyor?'' dedi. Çınar: ''Oldu olcak askerliğini yapmış mı de de tam olsun! Ne iş yaptığından bize ne... Tamam itiraf ediyorum, o da bir keçi çobanı.'' dedi. Şermin: ''Katiyen olmaz. Deli misin sen? Okumamış etmemiş zengin koca avcısı!'' dedi. Çınar alındı ve: ''Pardon sen nasıl kaçmayı düşünüyorsun o zaman buradan?'' dedi. Şermin hesap etmeye çalıştı, matematiği yetmeyince: '' Tamam evlen... Evlen de huyunu bilseydik bari.. Huyu nasıl?'' dedi. Çınar: ''Çok iyi... Dünya iyisi...'' dedi. Şermin: ''Amaan... Ben mi evleneceğim! Al gitsin.'' dedi gülerek. Ama sonra karnı gürüldedi. Resmen gürüldedi. Çınar duyunca güldü ve: ''Annem önüne yemek de koymadı demi? Hadi gel bir şeyler yiyelim, akşam yemeğine sofrayı kurmuşlardır.'' dedi. Şermin: ''Gelmişken bir amca oğlumuzun da çorbasından içelim dimi ama?'' dedi gülerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Münzevi
EspiritualSessizliğin kör olduğu bir şehirdi Tarık... Şermin'se Dibi görünmez, muallak bir kuyu... Suyun sesi niyedir bu denli nazik ve nazlı? Sebebi ki o suyun duruluğu ve saflığı... Ey güvenli şehir, Sina dağı kadar esrarengizdir gözlerin, Nil'e düşer gö...