''Tarık''
Tarık'ın içini anlamsız bir sıkıntı kapladı. Yüzü düşmüş, canı sıkılmıştı, valizini toplamak için odasına çıktı. Odaya girdi ve kapıyı kapattı. Işığı hiç açmadan teleskobunun yanına gitti, odası karanlıktı ve yıldızlara baktı. Her biri çapkın çapkın göz kırpıp tebessüm ediyordu Tarık'a. ' Hadi Yine iyisin...' Diyorlardı sanki. Ellerini cebine attı. Sadece yapayalnız yıldızları seyretti. Bir az sonra teleskobunu parçalara bölerek kutusuna yerleştirdi, şifoniyerin üstündeki minik araba koleksiyonuna yöneldi, küçük bir kutuya onları da topladı. Gardırobun kapağını sürüdü ve ceketlerini, gömleklerini pantolonlarını dürüp koydu, çekmeceyi açtı ve kravatlarını ve aksesuarlarını yerleştirdi. Şifoniyerin içindekileri almak için çekmeceyi çekti ve seccadelerini, takkelerini aldı. Çekmecenin en dibinde gözüne bir şey daha ilişti; şal... Şermin'in şalı. Onu da aldı, bir süre ona baktı, yarım bir gülüş oturttu yüzüne, Şermin'in sakarlıkları, dik kafalığı, bir yandan utangaçlığı... Hepsi böyle bir tebessüm oturtmuştu Tarık'ın yüzüne. Şalı güzelce dürdü ve valizin en üstüne koydu ve fermuarı kapatıp bir kaç kitap aldı, hizmetliyi çağırdı ve hepsini arabanın bagajına taşıttı. Ailesinin yanına döndü, herkes salondaydı, Tarık içeri girince ona baktılar... Tarık'ın gideceğini anladılar ve hepsi ayağa kalktı. Erdem bey Tarık'a yaklaştı, derin derin Tarık'ın koyu yeşil gözlerine baktı ve sarıldı. Tarık ellerini hiç kıpırdatmayacaktı ki elleri yavaş yavaş babasının omzunu buldu. Sonra Küçük Nazlı'yı kucağına aldı, Nazlı Tarık'ın yanağına öpücük kondurdu ve: ''Yine geleceksin değil mi?'' Diye sordu. Tarık: ''Gelirim, ama seni görmeye gelirim.'' Dedi. Daha sonra üvey annesine döndü, hiç sarılmadan: ''Babam...'' Dedi ve Saliha'nın gözlerine dikti gözlerini, devam etti: ''Babam... Sana emanet.'' Dedi ve başını eğip tekrar Saliha'nın gözlerine baktı: ''Çünkü o sana güvenini veriyor... Hem de bedavaya. İyi bak ona.'' Dedi ve Nuray'a baktı, Nuray için için hüzünlüydü, Tarık ona da sarılmadı, Nuray abisinin boynuna atladı ve: ''Abi ben seni çok özleyeceğim! Ben gelemezsem sen gel Ne olur!'' Dedi. Tarık elleriyle Nuray'ı uzaklaştırdı kendinden ve: ''Bana belli olmaz. Sen gelirsin artık.'' Dedi, Tarık soğuk tavırlarını koruyordu, hızlı ve büyük adımlarla evin kapısını buldu ve açtı, hazırlanan arabasına bindi. Her kes dışarı çıkmış Tarık'ın gidişini izliyordu. Tarık ne bir korna çaldı giderken ne de el salladı, öylece gitti. Sessizce...
''Şermin''
Şermin Dilruba'nın yazdığı hikayeyi okuyordu, son satırlarına gelmişti. Büyük bir keyifle okuyordu kardeşinin yazdığı satırları. Dilruba'nın ezberi de çok kuvvetliydi. Ablası Şermin, onun için ilahiyat okumanın en iyi seçim olacağını biliyordu, çünkü kardeşi fıkhi konuları araştırmayı da seviyordu. Şermin okumayı bitirdi ve Dilruba'ya döndü: ''Bu hikaye çok güzel olmuş! Hem konusu çok güzel hem de anlatım biçimin... Aferin sana. Ne düşünüyorsun? Yani ne okumak istiyorsun?'' Diye sordu. Dilruba: ''İnşAllah, O kadar ömrümüz olursa öğretmen olmak istiyorum.'' Dedi. Şermin: ''Hm. Bir sürü ilahiyatçı yazar var aslında... Öğretmenlik de güzel tabii. Ama bence seni en iyi tatmin edecek şey ilahiyatçı yazar olmak, çünkü memleketin ilmi iyi hocalara ihtiyacı var. Ne demiş imam Şafi beşikten mezara ilim.'' dedi ve kardeşine ilim öğrenmesi için tavsiye etti, Dilruba:'' Bilmiyorum ki yani daha garanti bir meslek-'' Derken Şermin Dilruba'nın sözünü kesti ve: ''Sen neyi seviyorsan odur garanti meslek!'' diyerek onu teşvik etti. Şermin nine elinde çaydanlıkla girdi salona. Çocuklardan gözü gibi sakındığı çaydanlığı yere koydu ve Şermin'e: ''Kızım, bardakları getiriver'' dedi. Şermin mutfağa gitti, tepsiye 4 tane bardak dizdi. Sonra aniden beline birinin sarıldığını hissetti. Ona baktı ki bu Aynur'du: ''Abla...'' Dedi. Şermin: ''Ne oldu canım?'' Diye cevap verdi. Aynur buğulu gözlerle: ''Babam ne zaman gelecek abla? Ben onu çok özledim.'' Dedi Şermin'e sımsıkı sarılarak. Şermin ne diyeceğini bilemedi. Artık gelecek bile diyemiyordu. Aynur'un saçlarını okşadı ve: ''Hm. İnan bilmiyorum güzelim. Ama ben hep dua ediyorum gelsin diye... Sen de et tamam mı? Allah kabul eder senin duanı.'' Dedi. Aynur kaşlarını çattı, Şermin'den ayrıldı ve: ''Niye hala kabul olmadı o zaman! Ben her gece dua ediyorum zaten!'' Dedi. Şermin Aynur'un ellerini tuttu ve diz çöktü: ''Bak güzelim. Ben de yıllardır dua ediyorum. Ama bazen benim için iyi olup olmayacağını ben bilemem. Allah bilir... Bunun sana zararı dokunacağını sen bilemezsin değil mi!? Sen görmeyebilirsin şimdi ama Allah biliyor, kimdi ilimin sahibi? Allah!... O zaman biz bilemeyiz o bilir. Sen dua et. Her zaman bir çıkış kapısı vardır.'' Dedi, Aynur'un gözlerini sildi ve içeri yolladı: ''Hadi bakalım! Burası soğuk içeri git.'' Dedi. Kendi de tepsiyi alarak içeri gitti. Şermin ninenin dizinin dibine koydu bardakları. Şermin çayları doldurmaya başladı. Yusuf çok düşünceliydi, Zeliha'yı düşünüyordu. Öyle kibar bir kız istiyordu Yusuf. Ama kendinin ona uygun olduğunu düşünmüyordu. Zeliha için değişmek isterdi. Ama nasıl yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Yusuf dalmıştı, Şermin'in 'abi çay?' demesiyle irkildi ve Şermin'in elindeki çayı aldı. Şermin abisinin düşünceli olduğunu anladı ama bir şey sormadı. Saat ufaktan dokuzu geçmeye başlamıştı. Çocukların uykusu da gelmişti, küçükler zaten kanepeye sızmışlar, okullular hala oyun oynuyorlardı, Şermin: ''Hadi bakalım yatağa kızlar!'' Dedi ve yatağı sereceği yeri el süpürgesiyle süpürüp yer yatağını açtı. Sonra yorganları çıkarttı, yastıkları da koydu, Dilruba ve Selma yastıkla birbirlerine vurdular, Yusuf onları görünce kırlenti Dilruba'ya attı. DilRuba abim kızdı diye korktu ve korkuyla Yusuf'a baktı, Yusuf alaycı alaycı gülüyordu, Selma Yusuf'a kırlenti fırlattı, Yusuf elinin altındaki kırlentin birini Selma'ya birini Şermin'e attı, Şermin pek sevmezdi bu oyunu, yastığı aldı ve 'Hadi artık, gece vakti! Yatın yatağınıza bakayım!'' Dedi. Yusuf Şermin'e: ''İyi ki bir oyun oynayalım dedik ha!'' Dedi şakasına. Şermin:''oyunun da bir vakti var abi! Gecele ne oyunuymuş? Sen yaylada sandın herhalde kendini'' Dedi ve çayını kaldığı yerden içmeye devam etti. Şermin ninesine döndü ve: ''Aynur, eniştemi sordu yine... Bir şey diyemedim.'' Dedi, Yusuf girdi söze: ''Eniştem böyle kaçıp gidecek bir adam da değil... Mutlaka iş bulamamıştır. '' Dedi, Şermin: ''Biliyorum ama, çocuk üzülüyor işte...'' Dedi, Şermin nine: ''Çok dua edelim de en azından çocukları görmeye gelsin.'' deyince Şermin: ''Sahi? Niye hiç görmeye gelmiyor çocuklarını? İnsan hiç mi özlemez çocuğunu...'' Dedi. Yusuf: ''Belki bir gelirsem beni bırakmaz çocuklar diye gelmiyordur.'' Dedi. Şermin nine: ''Sabah namazında çok dua edelim çocuklar, bol bol dua edelim. Hadi bakalım içtiyseniz birer bardak çay yatalım artık.'' Dedi ve içeri yatağına gitti. Şermin de kendi yatağına girecekti ki Yusuf: ''Şermin...'' Dedi. Şermin abisine döndü: ''Ne oldu?'' Dedi. Yusuf kanepeye oturdu ve elini gel diyerek döşeğe vurdu. Şermin oturdu, Yusuf: ''Şermin... Ben senden bir şey is... İsteyecektim kardeşim.'' Dedi mahcup mahcup, Şermin abisinin düşünceli hallerini anladı: ''Ne isteyeceksin? İste bakalım'' Dedi geniş bir tavırla. Yusuf ezilip büzülerek: ''Şey... Bak kimseye söyleme, ortada bir şey yok daha!'' Dedi, Şermin iyice meraklandı: ''Ne isteyeceksin abi! Merak ettim!'' Dedi. Yusuf utanarak: ''Kardeşim... Artık biliyorsun 25 yaşıma bastım basacağım... E günleri biliyorsun göz açıp kapayana kadar geçiyor...'' Diye lafı eveleyip geveledi, Şermin ''Hm.. Evet doğru dedin, e...'' Dedi. Yusuf devam etti: ''Ben artık diyorum ki... Evlensem.'' Dedi. Şermin sıradan bir şey gibi: ''hm.. Evet evlensen iyi olu- Ne! Ne dedin sen? Abi altın fiyatlarından haberin var mı senin, hele düğün salonları!? Gelinlik... Çeyiz! Abi bu sene değil bir sene daha beklemen lazım?'' Deyince Yusuf: ''Eh Şermin! Duyanda borç para istedim sanır! Hem ortada bir şey yok dedim! Ben sadece sana şeyi soracaktım... Şeyi... Bak Zeliha diye bir öğretmen var tamam mı?!! Çok kibar, çok hanım hanımcık bir kız!'' dedi. Şermin: '' OOoooo.... Yusuf ecenize (eski Türkçe de= Abi) bakın hele!!! Ne yere bakan yürek yak-'' Derken Yusuf yüzünü ekşiterek: ''Yapma şöyle şeyler Şermin iyice çirkinleşiyorsun abicim yaaa! Şurada benim geleceğimden bahsediyorum sen tutmuşsun mahalle kadınlarına bağladın!'' Diye mızmızlandı. Şermin: ''E... Hadi anlat anlat'' Dedi, Şermin pek ilgilenmediği için... İşte ilgilenmezdi... Yusuf: ''Sen bana öğretsene. Ben nasıl kibar bir İstanbul çocuğu olacağım?'' Dedi. Şermin, abisinin ocağına düşüşüne bayılıyordu. Şermin: ''Sen kendin ol abi, her kız bunu sever, ama tabii değişmek istiyorsan, muhallebi çocuğunu seçme be abi! Çok mıymıntı oluyor onlar, bir az şöyle tuttuğunu koparan, masaya yumruğunu vurdu mu konuyu kapatan, ne bileyim, Tabi ya! Sen en iyisi karakterine uygun bir Sahabe-i Kiram'ı örnek al, mesela Hz. Ömer? Nasıl?'' Dedi. Yusuf beş vakit namazında olduğu için pek sıkıntı etmedi. Ama Şermin öyle söyleyince hayatına baktı ki, Peygamberimi (s.a.v.) örnek alacağım diye söz verdiği annesine bile sözünü tutamamıştı. Yusuf o an ah etti. Yüreği burkuldu, derin derin daldı. Şermin onu hiç rahatsız etmedi, sessiz sessiz yatağına gidecekti ki abisi: ''Şermin iki dakika yanım da dur be kardeşim! Ben demin ne anlattım?'' Dedi kaşlarını çatıp mızmızlanarak. Şermin yeniden oturdu: ''Abi... Bu kızın en çok neyini sevdin?'' Dedi. Yusuf melül melül: ''Davranışları aynı çiçek gibi... Yumuşak yumuşak bir de çok güzel kokulu, inan bir kadının parfümü de süsü de bu olsa gerek. Çok kibar.'' Dedi. Şermin duvara toslamış abisinin omzuna arkadaşça elini attı ve: ''Sana bir tiyo vereyim mi? Abi, bu kız için değiştin değiştin, değişemezsen, yani bu kızı elinden kaçırırsan, ninem seni yan komşunun kızına verecek bilmiş ol!'' Diyerek kollarını bağladı. Yusuf yan komşunun kızı Keriman'ı düşündü... Başını iki yana sallayarak kendine geldi ve Şermin'e: '' Bak ben nasıl yapacaksam nasıl örnek alacaksam öğret, ben Keriman'la evlenmek istemiyorum!'' dedi. Şermin ellerini sürterek 'güzel' dedi, sonra abisine anlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Münzevi
EspiritualSessizliğin kör olduğu bir şehirdi Tarık... Şermin'se Dibi görünmez, muallak bir kuyu... Suyun sesi niyedir bu denli nazik ve nazlı? Sebebi ki o suyun duruluğu ve saflığı... Ey güvenli şehir, Sina dağı kadar esrarengizdir gözlerin, Nil'e düşer gö...