8.Bölüm

3.7K 162 9
                                    

Medya: Hasan ve Nuray

''Gözlerindir deryası, bu şehr-i İstanbul'un...''

''Nuray''

Nuray her zaman çocuk gibi şen şakrak bir kızdı... Hasan'ın öyle ege ağzıyla konuşuşu komiğine gitmişti... Otuz iki diş sırıtarak gülüyordu, ''Bu tavşan senin mi?'' demesine kalmadan, Hasan benim tavşanım deyivermişti zaten. Hasan, Nuray'ın mavi gözlerine anlamlı anlamlı bakarken, Nuray bir tavşana birde gülerek Hasan'a bakıyordu. Abisi camiden çıkınca abisine seslendi. Tarık Nuray'ın yanına geldi ve: ''Hasan. Bulmuşsun tavşanını.'' dedi karizmatik bir gülüşle. Hasan'da başını çevirip Tarık'a bakabildi ki başını sallayarak ''evet buldum'' diyebildi. Tarık: ''E, iyi... A! Telefon numaranı versene ben kaybettim seninkini.'' Dedi elini ağzına götürerek, sonra ceketinden telefonunu çıkarttı. Nuray araya girdi: ''Siz tanışıyor muydunuz?'' diye Hasan ve Tarık'ı işaret parmağıyla göstererek sordu. Tarık cevapladı: ''Asker arkadaşıyız biz!'' dedi, Hasan'ın omzuna elini koyarak. Hasan Tarık'a bakarak güldü. Tarık Hasan'a döndü: ''Seninle de inşAllah bir daha görüşürüz kardeşim.'' dedi ve Nuray'a kaş işaretleriyle arabayı gösterdi gidelim manasında. Nuray abisine: ''Abi gidelim mi?'' dedi. Tarık Hasan'a döndü: '' Duydun işte tertip... Durdurmuyor bu kız beni... Yani şurada iki lafın belini kıracağız... Hiç İzin veriyor mu?... Hadi kardeşim. Bize müsaade.'' dedi. Ah Tarık ah. Hasan'ın sıcakkanlılığından ve o temiz, güler yüzlülüğünden bir an evvel kurtulmak istediğini Nuray anlamadı sanki. Tarık Hasan'ı küçük görüyordu. Apaçık. Nuray, abisinin önüne düştü ve arabaya bindi... Tarık elini 'daha sonra ararım seni' diye döndürdü ve telefon işaretiyle kulağına götürdü. Sonra oflayarak arabanın kapısını açtı ve bindi. Kapıyı kapattıktan sonra arabayı çalıştırdı ve outlet'e doğru sürdü. Nuray Abisine döndü: ''neden bir an evvel gitmek istedin ki? Konuşsaydın ya asker arkadaşınla. Pardon! İki lafın belini kırsaydın ya!'' Dedi gülerek. Tarık vites attı ve: ''Gülme! Nereden karşılaşdıysak? Bir yapışıyor bırakmıyor. Vantuzlu ahtapot mübarek!'' dedi hışımla. Nuray yine gülerek: ''Ama çok temiz kalpli biri. Niye öyle diyorsun ki?'' dedi. Tarık konuyu değiştirdi: ''Sen onu bunu bırak da! Çok yakıştı sana bu örtü etek falan.'' Dedi göz kırparak. Nuray somurttu: ''Hı! Yalancı! Şişmanım ben, bodurum, 1.60 boyum var, nereme yakışsın! Duyanda 36 bedenim sanacak, görmüyor musun mankenleri, ne kadar çirkin olsalar da her giydikleri yakışıyor.'' Dedi. Tarık ciddileşti: ''Öf Nuray! Sinir oluyorum şöyle 36 beden takıntılı kızlara! Bak kızım! Bu düşüncelerin hepsi kadını nesneleştiriyor! Adeta ona mal muamelesi yapıyorlar dergi kapaklarında, mankene para ver, boya sür, geçir makinenin karşısına. Ayrıca o sürdükleri boya da dolandırıcılık!! Başka bir şey değil! Bizim bildiğimiz kadın anadır! Cennette anaların ayağı altındadır! Ona göre hürmet edilir kadına. Öyle destursuz yanaşılmaz yanına! Bir daha duymayayım! Bir insan yaptıkları için sevilir, bedeniymiş boyasıymış. Sapıklık ve Yapmacıklık bunlar...'' diye kızdı. Haklıydı. Nuray hak verdi. Mağazaya da çoktan gelmişlerdi, koskocaman 'Nil Ahsen' yazıyordu tabelada. Tesettür mağazasıydı... Gayet bol, uzun ve güzel şeylerin olduğu bir dükkandı. Tarık arabayı durdurdu ve kemerini çıkarttı, Nuray: ''Burası neresi?'' Diye sordu ve kemerini çıkarttı. Sonra ikisi de Jeepten indiler. Mağazaya girdiler. Mağaza çok renkli ve göz alıcıydı, Nuray Tarık'a döndü ve: ''Niye geldik ki buraya?'' diye sordu. Tarık: ''Kadınlar alışveriş yaparak stres atmazlar mı?'' dedi. Nuray gülerek: ''iyi de ben stresimi attım zaten ne gerek var şimdi?'' dedi. Tarık: ''Bir daha bulamazsın bu kıyağımı... Hem Yanında ben de olayım ki, saçma sapan şeylere para verme.'' dedi. Nuray dudak büzdü ve: ''Ben hiç saçma sapan bir şey alır mıyım?'' dedi ve mağazada çok güzel bir etek gördü, kırk bedenini buldu ve eline aldı, son derece güzeldi ama Nuray almayacaktı. Üzerine tuttu ve geri astı. Tarık bol ve güzel bir pardösü buldu, direkt Nuray'a gösterdi Nuray: ''Ben daha yeni örtündüm... Ben pardösünün hakkını veremem ki.'' Dedi endişeyle. Tarık: ''Hm... Bilgiyle ne alakası var? Sen farizeleri yerine getir, doğru yola çabala, gayret göster. Hangimiz dört dörtlük?'' dedi. Nuray abisinin bu huyunu seviyordu. Konu sevapsa abisi çok mütevaziydi, yaptıklarını hiç dillendirmez, o yaptığı ibadetleri insanların gözüne sokmazdı. Doğru ya... Zaten görevi. İnsanın ruhunun gereği. İlacı. Fıtratına uygun olan. Yararına... Dil çok önemliydi, söyleyiş şekli. Tarık'ın söyleyiş biçimi çok güzeldi. Nuray abisinin elindeki bol ve sade pardösüyü aldı ve giydi. Bir tane boneyle şalı aldı ve soyunma odasına gitti. Şalı başına dolayarak iğneledi ve çıktı. Tarık Nuray'ı, yani kız kardeşine sebep olmuştu. Bu çok güzel bir histi. Birine vesile olmak... Onu kırmadan, incitmeden, zedelemeden... Dahası küstürmeden o fıtratındakini ortaya çıkarmalıydı, Tarık gülümsedi. Nuray abisinin yanına gitti ve: ''Sen aslında çok iyisin... Farkında mısın abi?'' Dedi... Tarık: ''Hadi oradan! Ben senin içinde olanı, uygulaman da yardımcı oldum, hepsi bu, yoksa zaten senin içinde var... Her kadının vardır, söylesene hangi zümrüt göz önünde bırakılır? Ya da ayak altında ezilir? O kilitli kapılar ardında saklanır. İslam da kadına böyle değer verir!'' dedi. Tarık'ın sözleri şiir gibiydi, kim söyler zümrüd-ü kıymettarı ortalıkta bırakmalı diye? O saklansın ki, kıymetine kıymet katsın. Ve en Sevgili (s.a.v.) var ya... O'nun için. Şüphesiz boşuna çekilmez sıkıntılar...

MünzeviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin