Bölüm 20: Telfi'nin Fethi

391 46 0
                                    


Sabah olduğunda ordugahta yoğun bir hareketlilik vardı. Kılıçların çınlaması, nalların sesi, askerlerin koşuşturması tüm ordugahta yankılanıyordu. Arch gözünü açtı ve uyuşukça etrafa bakındı. Walcomir yanı başındaydı. "Aç mısın?" Arch önüne düşen saçlarını geriye atıp doğruldu. "Henüz değil, ama meraktan soruyorum: Ne yiyoruz?" Walcomir güldü ve yanında duran, içi dolu bir somun ekmeği uzattı. Archanger ekmeği alıp ayağa kalktı. Kahvaltısını yaparken, "Ne durumdayız," diye sordu. Kampta yürürlerken, Walcomir "Ordu neredeyse hazır, ileri gözcüler yerlerini aldı, piyadeler kampa ulaştı," dedi. Archanger dolu ağzına aldırmadan sordu. "Piyadeler ne zaman geldi, dinlenmeleri gerekmiyor muydu?" Walcomir somurttu. "Gece geç saatte geldiler, uyumak için çok az vakitleri oldu. Bu halde savaşmalarından yana değilim." Archanger ona katıldı.

Clau'nun dost canlısı sesi duyulmuştu. "Gidiyor muyuz Arch?" Walcomir dönüp Clau'ya gülümsedi. "Günaydın Clau." Clau gülümseyerek karşılık verdi. "Kuşluk vaktindeyiz, ama günaydın." devam etti. "Hazırsanız, yola çıkacağız." Walcomir Arch'a döndü. Arch başıyla onayladı. "Hadi gidelim."

Walcomir, Clau ve Arch toparlanan kampta ilerliyordu. Kampın çıkışında birkaç at, atların üzerinde de Rainen, Sancester ve Crangor bekliyordu. Arch gece siyahı atına yaklaştı, tam binmek üzereyken Walcomir onu durdurdu. "Zırhını giymeyecek misin?" Archanger reddetti. "Gerek olacağını düşünmüyorum. Aklımda daha güzel bir şey var." Walcomir elindeki zırhı bir kenara attı ve pelerini Arch'ın boynuna bağlayıp atına bindi. Altı atlı, kuzeye, Telfi kalesinin önünde dizilen orduya doğru ilerliyordu.

Atlıların yanına geldiklerinde, Clau son kez Arch'a baktı. "Bu saatten sonra geri dönüşümüz olmayacak." Arch ruhsuzca yanıtladı. "Dönmek isteyen de olmayacak." Atı hızla ordunun önüne geçti ve Archanger'in sesi tüm meydandan duyuldu.

"Atlılar, kapıya doğru dizilin ama sakın görünmeyin. Ben işaret verince hemen kaleye gelmenizi istiyorum." Atlılardan biri, "Göremedigimiz bir kalede bilmediğimiz bir işareti mi bekleyeceğiz?" Archanger basıyla doğruladı. "Görünce anlarsınız." Atlılar söyleneni yapmak için ayrıldı. "Piyadeler, şimdilik sizinle işim yok. Gidin ve dinlenin, uykusuz askerleri savaşa sokmam." Piyadeler olduğu yerde durdu. "Okçular, gözcü birliğine doğru açılıp atış menzilinin dışında kalın ve kale düşse bile kaleye yaklaşmayın." Okçular koşarak hizaya girdi ve herkes Arch'a döndü. "Kaleyi kuşatman gerekmez miydi," diye sordu Clau. Archanger haince güldü. "Burada bir Penta olduğunu unutuyorsun sanırım."

Dizginleri şaklattı ve Gece hızla ilerleyip, kale kapısının önünde durdu. Duvarın üzerinden seslendi asker.

- Tanıt kendini. Dost musun, düşman mı?

- Kalenin yeni efendisiyim.

- Yani düşmansın.

- Hayır, sadece kalenin yeni efendisiyim.

- Ölmek mi istiyorsun?

- Olabilir, ama kalenin yeni efendisiyim.

- Bu kale asker kaynıyor!

- O halde yeni efendisi olduğum kaleden çıkın.

- Kendini ne sanıyorsun sen?

- Kalenin yeni efendisi...

Asker elindeki yayı Archanger'a doğru gerdi. "Tek okla beni vurman biraz zor olabilir." duvarın üzerinde bir anda yüze yakın asker yayını germiş bir vaziyette belirdi. Archanger güldü. "Gösterişli bir çıkış yaptınız, tebrik ediyorum. Şimdi aynı gösterişi kalemden çıkarken de yapın."

"Seni son kez uyarıyorum!" Archanger dikkatlice askere baktı. Oku kavrayan parmakları kasılmıyor, suratından korkuya dair bir şey okunmuyordu. Archanger atından indi ve Gece'yi tokatlayarak gönderdi. Başını duvarın üzerine çevirip, "Bana bak, geri zekalı. Seni ve tüm adamlarını öldürmemi istemiyorsan hemen yeni kalemden çıkın!" Asker, "Sen kaşındın," diyerek yayını gevşetti kılıcını çekip surdan indi. Bu sırada yukarıdaki tüm yaylar gevşemiş, oklar sadaklanmıştı. Kalenin kapısı açıldı ve az önce laf dalaşına girdiği asker kapıda belirdi. Elindeki kılıcı Archanger'a doğrultarak, "İçeri gelmez misin, kalenin yeni efendisi," diye iğneledi. Archanger sevecen bir edayla kapıya yürürken, "Nihayet kalenin yeni efendisi olduğumu kabul ettin," dedi. Asker kılıcını hala Archanger'a doğrultuyordu. Arch belindeki kılıca hamle yapmak üzereyken, duvarın üzerinde hala okçular olduğunu hatırladı ve dikkat çekmemek için telaşla konuşmaya başladı. "Şuraya atları bağlarız ve şuraya da güzel bir masa koyarız." İç kaleye bakıp, "Biraz temizlenmesi gerek ama iş görecektir," dedi ve hemen arkasındaki kapıya ve üstünde dizilen askerlere baktı. "Bu duvarlar çok güvensiz, arkalarına zincir de çekmemiz gerekecek." Bu arada duvarın üstünde kaç asker olduğunu saymaya çalışıyordu. Duvarın yan kısımlarına dağılan askerlere dönüp, "Rica etsem şu tarafa geçer misiniz, gözümde canlandırmaya çalışıyorum da," dedi ve askerler istemsizce Arch'ın işaret ettiği yönde ilerledi. "Ah, tam düşündüğüm gibi." Arch önüne döndü ve kılıcını doğrultan adama, "Rica etsem şunu indirir misin, tedirgin oluyorum," dedi. Asker gülümseyerek başını iki yana salladı. "Hayır tatlım, senin için çok geç." Doğrulttuğu kılıcını Arch'a doğru itti ve Arch hemen eğildi. Kılıç üzerinden uğultuyla geçerken, "Ah, bu taşlar ne kadar da büyük. Düşersek eminim canımız yanacaktır. Bunları da temizlememiz gerek," dedi. Asker daha da sinirlenmişken, duvarın üstündekilerin güldüğünü duyabiliyordu Arch. Yerden aldığı taşı askere doğru uzattı. "Sence de çok büyük değil mi?" koşarak duvarın üzerine çıktı ve askerlerin arasına geçti. "Eminim bu taş birini yaralayabilir." Kolunu arkasına aldı ve taşı tüm gücüyle fırlattı. Fırlatırken de askerlerin fark edemeyeceği bir büyü ile taşı, hazırda bekleyen atlılara kadar ulaştırdı. Birkaç adım geri çekildi ve duvardan düşer gibi oldu. Dengesini sağlamak için kollarını defalarca savursa da, en yakındaki askerden tutmadan yapamadı. Askerler Arch'ı tutarken, "Burası cidden çok tehlikeli, hepiniz hemen aşağı inmelisiniz. Düşmenizi hiç istemem, özellikle de yerde böyle büyük taşlar varken..." diye uyardı. Askerler yerlerinden ayrılmayınca, kimsenin beklemediği bir şekilde bağırdı. "Burada durup ölmek mi istiyorsunuz? Hadi inin aşağı!" Birkaç askeri iterek duvardan indirince, diğer askerler de ne olduğunu anlamadan duvardan indi. Az önce kılıcını doğrultan asker, sinirden titriyordu ve Arch bunu fark edebiliyordu. Asker dişlerini sıkarak, "Artık yeter!" diye bağırdı ve kılıcını Arch'a doğru savurdu. Arch hemen kılıcını çekip havadaki kılıcı durdurdu. Görünmez bir kılıç tarafından durdurulduğunu anlamayan asker paniğe kapılıp bağırdı. Arkadaki askerler yaylarına davranırken, "Kaleye el koyuyoruz, geri zekalılar," dedi. Boştaki elini kapıya doğrultup, alevlere boğdu. Askerler korkuyla karışık yaylarını doğrulturken, Archanger kılıcını durdurduğu askerin yanına doğru bir adım attı ve boğazını kavrayıp, kendine çekti. Askerin sırtı, Archanger'in göğsüne temas ediyordu.

Arch kılıcını kınına soktu ve sağ elinde oluşturduğu küçük alev demetini askerin suratına yakın bir şekilde gezdirdi. "Teslim olursanız, canınızı yakmam." Asker korkuyor da olsa, son sözleri cesurcaydı. "Bu kale Camprich'e ve krala aittir. İç kale asker kaynıyor. Hepimizi yenemezsin!" Archanger ardına baktı ve kapıda açılan devasa gediği gördü. Gülümseyerek, "Yenildiğinizi görmen için seni öldürmüyorum," dedi ve askeri iterken, arkasındaki alevleri aniden boğdu. Dumanı tüten kapıdan onlarca atlı kaleye akın ediyordu. Sürgün prens, kalenin yeni efendisiydi.


Archanger Destanı: İkinci Kısım (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin