Bölüm 5: Kamp

1.2K 94 0
                                    

Bölüm 5: Kamp

“Hemen Galapagos’u görmeliyim!” Bir anda tüm gücünü toplamış gibi görünse de, ne kadar zayıf ve yorgun olduğunu biliyordu Walcomir ve itiraz etmeyi dene: “Dinlenmelisin. Yaraların…” Archanger yine sözünü kesti: “Dinlenecek vakit yok. Atları hazırla: En hızlı olanları…”

Walcomir arkasını döndü ve bağırdı: “Atları hazırlayın: Yola çıkıyoruz!” ardından tekrar Archanger’a döndü: “Gel hadi. Üstüne bir şeyler giymelisin.”

Walcomir toprağa batan bandajları açarken; “İki gündür uyuyorsun. Aç olmalısın” dedi. Archanger cevap vermeyip, Walcomir’in verdiği siyah, uzun kollu bluzu giydi ve altına da pantolonunu geçirdi. Walcomir arkasından kollarını uzatıp, Archanger’in pelerinini bağladı ve kendi üzerindeki kırmızı zırhı çıkarttı: “Hazırsan gidelim.”

Archanger kapıya ilerlerken; “Galapagos, bir süre büyü yapmaman gerektiğini söyledi. Bedeninde de pek bir şey yok: Galin’in rahatlatıcı merhemleri içindi bandajlar,” diye uyardı Walcomir.

Birlikte kaleden çıktılar ve avluda dizginleri tutan sekiz askerle karşılaştılar. Atlar eğerlenmiş, arka kısımlarına küçük çantalar bağlanmıştı. "O çantalarda su olabilir mi acaba?" diye sordu Arch. Walcomir gülümseyerek elini kemerine attı ve deri bir matara uzattı: "Galin den sevgilerle..."

Archanger matarayı ağzına götürdü ve mest olmuş bir şekilde, tek dikişte bitirdi. Walcomir kılıcını çekti ve zarif Syclaes avluda belirirken, dizginlerden birini tuttu ve atın sırtına oturdu. At, tek nalıyla hafifçe toprağı döverken; "Syclaes, seni güvenle kampa götürecektir. Hem daha hızlı, hem de daha az yorucu olur," dedi Walcomir ve diğer yedi asker de eğerlere oturdu. Archanger Syclaes'in boynuna oturunca, Walcomir dizginleri şaklattı: "Orada görüşürüz."

Sekiz atlı aynı anda kaleden çıktı ve hızla yola koyuldu. Syclaes de hemen yükselerek, atlıları tek kanatla geride bıraktı ve hızla kampa ilerledi. Syclaes Cornost'u geride bıraktığında, ufukta kamp ateşleri ve meşaleler belirmeye başlamıştı. Kampa yaklaştıklarında, çadırların ortasında yatan Kintaro'yu gördü ve Syclaes'e oraya inmesini söyledi. Kampa inen Siyah ejderhayı görenler, Galapagos'a haber verdi ve Galapagos diğerleriyle birlikte Kintaro'nun yanına geldi. Archanger Syclaes'in sırtından inince, hiç zaman kaybetmeden, "dinlenmen gerekiyordu!"diye kızmaya başladı Galapagos. Ama Archanger onu dinlemiyordu bile. Tek düşündüğü, önünde hareketsizce yatan Kintaro idi.

"İyi mi o?" diye sordu. Galapagos sesini alçaltarak; "Yarayı dağlamakta iyi yapmışsın ama daha erken davranmalıydın: Fazla kan kaybetmiş.” Archanger yanına eğildi ve Kintaro'nun çenesini okşadı. "Elimden geleni yaptım, Arch. Bundan sonrasında tek başına…" Elini gövdesine doğru kaydırdı ve güçle atan kalbinin yanı sıra; sıcaklığını da hissetti: "O, güçlü bir ejderha..." Galapagos doğruladı: "Tanıdığım en güçlü ejderha..."

Archanger, gövdesine sokuldu ve başını pençesine yasladı. Kollarını göğsünde kavuşturarak, gözlerini yumdu: "Tüm gün boyunca bana dinlenmemi söylediniz. Bırakın da dinleneyim o halde."

Gün doğmak üzereyken Walcomir, yanında atlılarla kampa alanına geldi. Eline bir kâse sıcak yemek aldı ve Archanger'in yanına gitti. Elindeki dumanı tüten kâseyi bırakmadan, Arch'ı dürtükleyip uyandırdı. Arch'ın suratındaki uyuşuk ifadeye aldırmaksızın, dostça gülümsedi: "Hadi kalk da bir şeyler ye."

Midesini yoklayıp, bir şeyler yemesi gerektiğini fark etti ve doğrulup, sırtını Kintaro'nun karnına yasladı. Walcomir de aynı şekilde yanına oturdu ve kâseyi uzattı. Archanger -tıpkı Rainen ve Sancester'in yaptığı gibi- nefes bile almadan yemeğe gömüldü. Kaşığın alamayacağı kadar küçük parçaları da, kâseyi kafasına dikerek ağzına aldı ve çiğnemeye fırsat bırakmadan yuttu. Boş kâseyi yere bırakınca, "Biraz daha ister misin?" diye sordu Walcomir.

Archanger boş kâseye baktı ve hala tadı damağında gezen haşlanmış eti düşündü. Ardından önündeki çadırları inceleyerek, "Burası bir savaş kampı: Kimseye bir kâseden fazla düşmez. Eğer açlığımı bir kâse ile bastıramaz ve daha fazlasını istersem, bu, başka birinin aç kalacağı anlamına gelir. O yüzden; istemem. Yine de, teşekkürler."

Walcomir artık konuşmanın zamanı geldi diye düşündü ve konuya girdi:

-          Kadimler toplanıyor, Arch. Ne yapacaksın?

-          Ne konuda ne yapacağım?

-          Her konuda... Hem seni, Muhafızları savaşa kattığın için yargılayacaklar, hem de Muhafız kanı aktığı için savaş açacaklar.

-          Kadimler beni ve savaşımı haklı bulacaklardır.

-          Peki, seni destekleyecekler mi?

-          Büyük ihtimalle desteklemezler, ama biz onları destekleyebiliriz.

-          Her halükarda o tahtı istiyorsun yani.

-          Tam değil... Şayet Kadimler savaşı bitirirse, tahta oturmama gerek kalmaz. Ancak savaş devam ederse, yine beni öldürmek isteyeceklerdir ve ben de yine savaşmak zorunda kalacağım.

-          Tahta otursan bile, peşini bırakacaklarını sanmam. Bu sefer de tahtın gücünden korkacaklardır ve seni devirmek için daha çok bahaneye sahip olacaklar.

-          O halde benden korkan ve bahanesi olan herkesi ortadan kaldırmak için fırsat kollarız.

-          Sanırım babandan başlayacaksın kaldırmaya.

-          Aynen.

-          Peki ya sonra?

-          Süvarileri bana karşı kışkırtan kardeşim ve tahta göz diken Lennos...

-          O zaman tahtın gücü daha da büyüyecek. Tehditlerin de artmaz mı?

Archanger güldü: "Ben bir Penta'yım: Tahtım olsa da, olmasa da; en büyük tehdidim." Walcomir, Archanger'a döndü: "Kılıcını bırakmayı düşündün mü hiç? Bir aile kurup, tek derdinin; ekinlere yağan yağmur olmasını istemez miydin? Bunu hemen şu an bile yapabilirsin.”

Archanger uzun sayılabilecek kadar bir süre düşündü ve zihninde canlandırdı. Gülümserken, bir anda somurttu: "Ordu bir gün benim de evimi basar ve ailemi elimden almaya kalkarsa, ne olacak?" Walcomir'in ısrarı sürdü: "Hepsini yenebilirsin. Mecbur kalmadıkça güç kullanman gerekmez." Archanger çıkıştı:

-          Ben kendimi koruyabilirim ama herkes direnemez. Onları da düşünmek gerekir.

-          Kral olmazsan, bir halkın da olmaz. Bu durumda, ailenden başkasına bir sorumluluğun da olmaz.

-          Etrafına bak, Walcomir. Hayatımızda hiç karşılaşmadığımız onlarca insan, şimdi burada bizi koruyor.

-           Çünkü sen prenssin ve bu savaşı bitirebilirsin. Sana ihtiyaçları olduğu için koruyorlar: Buna mecburlar.

Kintaro'yu kaybettiğini sandığı anı hatırladı Archanger:

"Tüm umudunu kaybettiğin ve başka hiçbir şeyinin olmadığı oldu mu hiç? Bana oldu... Eğer sen şu an yanımda olmayıp bana umut bağlayan bu insanlardan biri olsaydın; kesinlikle kalmamı isterdin. Aynı şekilde de ben, tam da şu an, sonuna kadar yanımda olmanı istiyorum. Çünkü sana -tıpkı onların bana olduğu gibi- ihtiyacım var. Şimdi sana soruyorum: gidip beni terk mi edeceksin, yoksa kalıp bana umut mu vereceksin?"

Walcomir bir süre düşündü ve elini Arch'ın omzuna koyup, dostça sıktı: "Kılıcıma oturmamı istesen bile, bunu anında yapardım. Ama bana bir söz ver: Tüm bu savaş bittiğinde, kılıçlarımızı bırakıp bir çiftliğe yerleşeceğiz."

Archanger da elini Walcomir'in beline attı ve iki dost, uzun bir süre sarıldı: "Anlaştık."

Archanger Destanı: İkinci Kısım (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin