Bölüm 13: Ekipman

565 45 3
                                    

Archanger ve Port dışarı çıkıp Crangor'un yanına gitti ve olanları anlattı. "Galapagos'un sözleri sıkça aklıma geliyor Arch. Plan yapamayacak ve olan plana sadık kalamayacak kadar salaksın. Yine de fena olmamış, işler hala istediğimiz şekilde. Kadimler katılırsa büyük bir donanmamız da olacaktır. Seyl'in topladığı gemilerle daha da büyüyecektir. Bu konuda bir şey yapmamız gerek. Seyl gibi birini filo liderliğine öylece geçiremeyiz." Arch boğazından sesler çıkartmaya başladı. Bir gözünü kısıp kafasını yana eğdi. Bu onun düşünme şekliydi. "Seyl'in soylu olduğunu biliyorlar, buna rağmen kabul etmezler mi?" Crangor başını iki yana salladı. "Kadimler ordusunu krallara dahi emanet etmezler. Ancak şanslı bir Penta orduların başına geçebilir." Port biraz çekingen bir edayla araya girdi. "Efendi Galapagos'un Muhafız lideri olduğumdan, tüm Muhafızlar üzerinde söz sahibiyim. Eğer donanmanın başına bir Muhafız geçmesi için ikna edersek ve Kadimler'den herhangi birini gemilerde tutmazsak, haliyle geminin tüm komutası bende olur." "O zaman da Seyl'in söylediği her şeyi tekrar edersin ve istediğimiz olur."  Archanger konuşmayı noktalasa da bu durumda Port'un havada olamayacağını biliyordu. Crangor, "Donanmanın başına geçen Muhafız'a Seyl'den emir almasını söylesen..." Port reddetti. "Bir Muhafız ancak liderinden ve Kadim'den emir alır. Aksi olursa, Muhafızlık ayak takımı olurdu." Crangor şansını denedi. "En azından bu seferlik böyle bir şey yapsak?" Port kesin olarak reddetti. "Muhafız onuru, süvari onurundan daha yüksektir, bilmeniz gerekir." Crangor umitsizce konuyu kapatmışken, Archanger tekrar açtı. "Peki, ya bir Kadim onun planını kabul eder ve uygulama için görevlendirirse?" Port ikna olmuş gibiydi. "O zaman olabilir ancak emir komuta zincirinin üzerinde olamaz, sadece yapılacakları belirtir." Archanger dudak büzdü. "Başlangıç için fena değil."

Aradan biraz zaman geçti. Muhafızlar'ın gözü hala Paladinler'in üzerindeyken, gökyüzünde gri bir ejderha görüldü. Gelen Galin idi. Ejderhasından indi ve Paladinler'e baktı. "Olay ne?" Archanger güldü. "Çok uzun bir hikâye ve şu an pineklemekle meşgulüm. Belki başka zaman..." Galin umursamadı. "Diğerleri nerede? İki izbandut eksik gibime geliyor." "Büyük ihtimalle birazdan burada olurlar. Clau ile konuşmaya gitmişlerdi." Cebinden iki matara çıkartıp birini Arch'a uzattı ve yanına oturdu. "Peki, biz de bekleriz o zaman."

Bulutlar güneşi örttüğü sırada, Port yanlarına geldi. 'Kuzey'de, yüz kanat kadar uzakta Siyah bir grup var." Arch bilgilendirme için teşekkür etti. Galin, "Gelsinler de, size birkaç sürprizim olacak," dedi. Archanger umursamazca, "Evet, birden fazla kın taşımandan anlamıştım," dedi. Galin somurttu. "Hevesimi kaçırmak zorunda mısın?" Galin çimlerde otururken, Archanger uyukluyordu. Siyahlar sonunda indiğinde, Galin'in gözleri Kintaro'yu aradı. Archanger ise hiç etrafa bakma zahmetine bile girmedi. Rainen Arch'ın yanına gelip, çekingen bir sesle, "Dostum, hani bizden Kintaro'nun getirmemizi istemiştin ya... Hah, onu bulamadık," dedi. Bunu duyan Port merakla ne olduğunu sordu ama Arch onları susturdu. "Siz gittiğinizde orada olmadığını zaten biliyordum. Galapagos'un daha fazla beklememesi için onu alıp gelmenizi söyledim." "O zaman Kintaro nerede?" Arch hala gözleri kapalı yatıyordu. Dinlenmek onun için bir yaşam tarzıydı. "Bir ejderhanın ne kadar uzun süre yüzebileceğini merak ettim, tabii bir de nefesini ne kadar tutabileceğini..."

Çoğu anlamasa da, Galin hemen konuştu. "Neyse, bırakalım şimdi bu konuşmayı. Size güzel hediyelerim var." Rainen'in yanına geçti. "Öncelikle, bıçak kemerini çıkart." Rainen itiraz etti. "Bu benim en sevdiğim bıçak kemerim." Galin kemerinden iki uçlu bir bıçak çıkarttı. "O halde bu yeni bıçakları taşıyamayacaksın. Yazık oldu." Rainen büyülenmiş gibi kemerini çıkarttı ve yeni kemeri heyecanla beline sardı.

Bıçakların iki ucu olduğundan, ortasından tutması gerekiyordu ve yeni kemer yuvası da bıçakları ortadan tutacak şekilde tasarlanmıştı. Rainen hemen bıçaklarını sokup çıkartarak elini alıştırmaya başladı. Galin, "Devam etmemi ister misin, yoksa o bıçaklar sana yeter mi," diye sordu. Rainen meraktan büyüyen gözleriyle, "Başka bıçakların da mı var," diye sordu. Galin belindeki kınlardan birini çıkartıp uzattı. "Al bakalım." Rainen hemen kılıcı kınından ayırdı ve inceledi. Somurtarak, "Ne yani, basit bir kılıç mı," diye sordu. Galin kılıca uzandı ve kabzadaki mücevheri bastırdı. Kılıç sessizce ikiye ayrıldı. "Basit bir ikiz kılıç. Bi' de, ağırlığı yok desek yeridir. Basit mi, ha?" Rainen kılıçlarını zevkle sallamaya başladı. Ne kadar büyürse büyüsün, kesici şeylerle oynamayı hep sürdürecekti. Galin, "Sıradaki izbandut gelsin lütfen," diye seslendi. Sancester emin adımlarla yanına geldi ve bekledi. Galin kınının olduğu yerden uzun demir bir sopa çıkarttı. "Öldürmekten ziyade dövmeyi sevdiğini biliyorum. Bu yüzden sana bunu yaptım." Sopayı uzattı ve tepkisini bekledi. "Sadece vuracak mıyım," diye sordu Sancester. Galin sopayı eline aldı ve üzerinde bir çıkıntı gösterdi. "Bu çıkıntıya bastırarak tutar mısın?" Sancester tereddüt etse de, söyleneni yaptı ve sopanın ucundan demir dikenler çıktı. Boyları kısa da olsa, vurduğu kişiyi can çekiştirerek öldüreceği kesindi. Galin sırtından, pelerininin altından bir de balta çıkarttı. Demir saplı, demir başlı, hemen hemen kendi boylarında bir baltaydı. "Beğenmezsen diye bir de bunu getirdim." Sancester ikisi arasında kararsız kalsa da, daha büyük olan baltayı seçti. Galin Walcomir'e döndü. "Sen, dostum. Senin birini öldürmeyeceksin." Walcomir'in suratı ekşidi ve somurtarak bakmaya başladı. Galin devam etti. "Senin görevin yolu açmak veya bu iki öküz gibi önüne geleni öldürmek değil. Hayır dostum, senin işin biraz daha farklı. Sen Arch'ı korumakla yükümlüsün ve bu yüzden..." Galin kolunu sıvadı ve demir bilekliğini çıkartıp Walcomir'e uzattı. "Bunu kullanacaksın." Walcomir bilekliği alırken küfürler ediyordu. "Evet, onu bilekliğimle koruyabilirim!" Galin güldü. "Benim hangi icadım basit bir şey oldu ki?" Archanger gözünü açtı ve ne olduğunu görmeyi bekledi. Galin Walcomir'in kolundaki bilekliği çıkartıp ters çevirdi. "Yanlış takmışsın. Şu ip öne gelmeliydi." Düzeltti. "Tamamdır. Şimdi şu ipin ucundaki halkayı görüyor musun? Onu parmağına geçir." Walcomir halkayı parmağına geçirirken Galin yine kızdı. "Elinin arkasından dolansın, gergin olmalı." Walcomir söylendiği gibi yaptı ve sitemkar bir şekilde dalga geçmeye başladı. "Yaşasın! Artık bilekliğim düşmeyecek, çünkü halkası parmağımda!" Galin hiç tepki vermeden "Yumruğunu sıkar mısın," dedi. Walcomir yumruğunu sıktığı anda gereğinden kalın bilekliğinin kenarları açıldı ve normal büyüklükte düz bir kalkana dönüştü. Bilekliğin içinde sarılı duran ve gereğinden hafif kalkanı, şimdi dümdüz ve dayanıklı duruyordu. Emin olmak için kalkanına birkaç kez vursa da, kalkanında en ufak sorun yoktu. Bu kalkan ile kesinlikle Archanger'i koruyabilirdi. "Peki, bu hep böyle mi duracak?" Galin Bilekliğin ön kısmındaki bir yeri gösterdi. "Bunu görüyor musun? Ufak bir kesik var." Walcomir başını salladı. "Bu, düzeneği kitleyen parça... Buna basıp kalkanı ittirirsen eskisi gibi olur." Walcomir gösterdiği yere bastırdı ve demirin biraz da olsa içe doğru girdiğini hissedebildi. Sağ eliyle oraya bastırırken, "İyi de, ben buna basarken kalkanı nasıl kapatacağım," diye sordu. Galin bir süre duraksadı. "Biliyor musun, üçüncü bir elimiz olmadığını unutmuş olabilirim." Walcomir yine küfürler savurmaya başladığı sırada Crangor, "Kalkanı yere vurmayı dene," dedi. Walcomir elini mekanizmadan ayırmadan kalkanı yere vurdu ve eski haline döndü. Sorun çözülmüştü.

Sıra Crangor'a gelmişti. Galin elini omzuna koyup, "Sen pek savaşan birisi değilsin. O yüzden  sana bir şey yapmadım," diyerek Archanger'a döndü. Bu sırada ekip gülüyor, Crangor ise onu öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Arch..." Archanger hala olduğu yerde yatıyordu. "Öt bakalım," dedi. Galin kınından bir kılıç daha ayırdı. "Bu senin için." Archanger umursamaz gibi davransa da, oldukça merak ediyordu. "Peki, bunun özelliği ne?" Galin ağzı kulaklarına varana kadar gülümsedi. "Kendin denemelisin." Archanger yattığı yerden kalktı ve kılıcını Galin'in elinden aldı. Kılıcı elinde hissetse de, en ufak zorluk çekmiyordu. Bu boyutta bir kılıç için aşırı derecede hafifti. Bileğinde sallayıp dengesini kontrol etti. "Fazla hafif... Bu kadar hafif bir kılıç pek de dayanıklı olmaz." Galin uzanıp Arch'ın kınından kılıcını aldı ve meydan okudu. Archanger kabul etti ve ikisi de pozisyon aldı. Galin kılıcı nazikçe savururken, Archanger kılıcı durdurmakla yetindi. Galin kızdı. "Kılıcı genişlemesine durdurma, keskin tarafıyla durdur." 

Normalde keskin tarafları birbirine vurmak kılıçları köreltirdi ancak Arch söyleneni yapmakta kararlıydı. Galin bu sefer kılıcı çok daha sert savurdu ve Arch, ona söylendiği gibi keskin tarafıyla gard aldı ve daha kılıcını savurmadığı, sadece sabit tuttuğu halde, Galin'in savurduğu kılıcı parçalara ayırdı. Archanger hayranlıkla yeni kılıcına bakarken, Galin "Sakın beni küçümseme Arch," dedi.

Tüm bu olanları izleyen Paladinler, ekibin yanına geldi. Paladin loncasının başkanı Arch'ı kafasıyla selamladı. "Müstakbel kral mı demeliyim?" Archanger kafa salladı. "Nasıl hitap etmek istersen öyle edebilirsin, sorun değil." Lonca başkanı kafasını salladı. "Biz, yüksek makamlarda dostlar edinmeyi severiz ve Camprich tahtı yeterince yüksek bir yer. İzin verirsen, dostluğumuzu sunmak isterim." Elini uzattı ve Arch'ın yeni kılıcına baktı. Arch kılıcını ters çevirip, kabzasını lonca başkanının avcuna koydu ve bekledi. Lonca başkanı gülümsedi ve boştaki elini kılıcın üzerinde gezdirdi. Artık kılıcın sadece kabzası görünürken, geri kalan kısmı görünmez bir hal almıştı. Lonca başkanı kılıcı yanlarından kavrayarak Archanger'a geri uzattı. Archanger kılıcını alırken, "Görünmez bir kılıçla çarpışmanın çok büyük avantajları olabilir, doğru kullanmayı bilirseniz..." Lonca başkanı geri çekildi ve üyeleriyle birlikte adayı gezmeye karar verdi.

Archanger Destanı: İkinci Kısım (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin