Bölüm 4: Kale

1.2K 99 7
                                    

Bölüm 4: Kale

Archanger gözünü açtığında, tavana bakıyordu. Üzerine örtülen iki battaniyeyi itti ve yatakta dönerek oturdu. Elini şakaklarına bastırdı ve dişlerini sıktı. Başı o kadar ağrıyordu ki, Kintaro ile bile konuşamıyordu. Güçlükle ayağa kalktı ve duvara tutunarak, dengesini sağlamaya çalıştı.

Duvardan uzaklaşmadan kapıya doğru ilerledi ve kulpunu çevirip, taş koridora çıktı. Dar koridorda iki taraftan da tutunarak rahatlıkla ilerledi ve bir pencereye yanaştı. Pencerenin kenarına omzuyla yaslanıp soluklandı ve dışarı baktı.

Uzun surların üzerinde, ellerinde meşaleleriyle nöbet tutan ve avluda oturan askerler vardı. Avlunun sağ tarafında, sura yakın bir yerde, birkaç at bağlıydı. Nerede olduğunu anlamak için etrafa daha dikkatli baktı ve avlunun ortasındaki gönder, dikkatini çekti. Gözü, direğin üzerine doğru kaydı ve sarı zemin üzerindeki kırmızı ejderhayı gördü: Camprich kalelerinden birindeydi.

Aceleyle surun kapısına baktı ve demir kapının açık olduğunu görünce, biraz olsun rahatladı. Penceren ayrılarak koridorda ilerledi ve kalenin kapısına ulaşana kadar birkaç basamak inmesi gerekti. Açık kapıdan kafasını uzattı ve yakınlarda hiç kırmızı üniformalı olmadığına sevindi. En yakındaki asker, metrelerce uzakta bir duvara yaslanmıştı. Gece karanlığından faydalanıp, görünmeden geçebileceğini düşündü ve kapıdan dışarı bir adım attı.

Gece ayazı bedenine vurduğunda, usulca titredi ve üstüne baktı:

Göğsü, beyaz bir bandajla sarılıydı. Bandaj omzunun üzerinden geçiyor ve sırtında kendine dolanıyordu. Karnı ve kolları ise açık ve rüzgâra karşı savunmazdı. Altında, dizine kadar inen kahverengi bir şort vardı. Dizlerinden aşağısı, ayakları da dâhil olmak üzere; çıplaktı.

Kapıdan geçti ve taş duvara sırtını dayayarak, kalenin etrafında ilerlemeye başladı. Bedenini titreten rüzgârın yanı sıra, sırtına temas eden soğuk duvar onu daha da üşütüyordu. Çenesinin titrediğini fark ettiğinde, atların bağlı olduğu kazığa gelmişti.

Bir çift askerin konuştuğunu duydu ve hemen etrafa bakındı. Sesin kaynağı, atların yanındaydı. Dizlerini hafifçe kırdı ve eğilerek atların yanına gitti. Açık kahve yelesi olan bir at, ay ışığında diğerlerinden daha çok dikkatini çekti ve ona doğru sokuldu. Kimsenin görmeyeceğini umarak; atın ipini çözdü ve eğersiz sırtına güçlükle oturdu.

Ayakları yerden kesildiği an, tekrar başı döndü ve düşmemek için atın gür yeleli boynuna sıkıca sarıldı. Çıplak topuklarını karnına vurdu ve at ileri atıldı.

Avludan hızla geçerken, “Kaçıyor!”diye bağıran birini duydu Archanger ve atın boynuna, atı rahatsız edecek kadar sıkı sarılıp, bulanan midesini bastırmak için karnını çekti. Peşinden bağıranların sayısı arttığında, ardından gelen yoğun ayak sesleri de belirmeye başlamıştı.

Atın nalları toprağa her değişinde, üzerindeki bedeni sarsıyor ve midesini ağzına getiriyordu. Aşina olduğu bir ses; “La, durdurun şunu!” diye bağırdı ve aniden at şaha kalkarak, binicisini üzerinden attı.

Omzunun üstüne düşüp, kusmaya başladı Archanger. Birkaç öğürmenin ardından, boğazındaki acıya aldırmaksızın ellerini karnına bastırıp gözünü açtı ve kusmanın etkisiyle dolan bulanık gözleriyle, az önünde yanan bir çift meşaleyi gördü. Ellerini karnından çekmeden sırt üstü döndü ve gökyüzünde göz kırpan yıldızları gördü.

“Bir dahaki sefere, ateşten korkmayan bir şey bul: ejderha gibi…”

Ayakları kaleye, başı ise kapıya dönüktü ve o aşina olduğu ses, göremediği kapı tarafından geliyordu. Sesin sahibinin eğildiğini hissetti ve boynunu sonuna kadar gererek, eliyle alnındaki sıcaklığı ölçen Walcomir’i gördü.

-          Yine ne işler karıştırıyorsunuz?

-          Kalkabilecek misin?

-          Açıklama zahmetinde bulunmayacaksan, kaldırma zahmetinde bulun bari.

Walcomir, Archanger’i koltuk altlarından sardı ve yerden kalkmasına yardım edip, “Taşımama gerek var mı?” diye sordu. Archanger da, “Ben hallederim” diye geçiştirdi ve kaleye doğru adımlamaya başladı.

Avlunun ortasındaki kaleye daha birkaç adım vardı ki, Archanger sormaya başladı:

-          Kintaro nerede?

-          Galapagos ve diğerleriyle birlikte güvende.

-          Nerede olduğunu sordum.

-          ‘Galapagos’un yanında’ dedim ya işte.

-          Walcomir...

-          Tamam, tamam… Kasabanın bir kanat kadar dışındalar: Yani bıraktığın yerde.

Archanger adımlamayı kesti ve baygın bir şekilde Walcomir’e bakınca, açıkladı Walcomir:

-          Henüz uyanmadı. Galapagos elinden geleni yapıyor.

-          Açıklıkta öylece durduğunu mu söylüyorsun yani?

-          Kısmen, evet ama Raffe ve adamları, bölgeye kamp kurdu. Clau da kampa birkaç bölük yerleştirdi ve sınırlarını bir nebze de olsa genişleterek; bölgeyi korumaya aldı.

-          “genişleterek” derken, ne demek istiyorsun?

Walcomir, göğü kucaklarcasına açtı kollarını:

-          Camprich’in kuzey doğudaki sınır kalesindeyiz. Wernest ordularını toplamışken eli boş dönmek istemedi ve biraz da ejderhaların yardımıyla, kaleyi ele geçirdi.

-          Peki ya kaledeki garnizona ne oldu ve neden hala Camprich üniformaları ve (gönderi gösterdi) bayrağı var?

-          ‘Garnizon’ dediğin, çoğu ulaklardan oluşan yetmiş kişiydi: Koca bir ordu ve bir filo ejderhaya direnmektense, teslim oldular. Zırhlar ve bayrak da, bizim kamuflajımız. Şayet kalenin düştüğü öğrenilirse, Camprich ordularını toplayıp buraya gelecektir ve ilerlerse kasabanın yanındaki açıklığa ulaşacaktır. Biz de onları en ön saflarda karşılamak için bu kaleyi tutuyoruz elimizde.

-          Garnizonu serbest mi bıraktınız?

-          Tabii ki, hayır! Onları zindana attık.

-          Filo demişken, süvari filosuna ne oldu?

-          Biz geldiğimizde, zaten sen birkaçını öldürüyordun. Dört Siyah ile daha başa çıkamayacaklarını anladılar ve zaten hemen arkamızdan, Wernest’in tüm ordusu da geliyordu.

-          Hepsi düştü mü?

-          Otuz kadarı kaçtı. İkisi onuruyla teslim oldu ve diğerleri de düşürüldü. –pek zevk almadım ama mecburduk.-

-          Süvari kanı döküldü…

-          Aynen. Ve çok daha fazlası dökülecek.

Archanger kaleye girmek üzereyken, Walcomir sıkkın bir şekilde konuştu: “Bilmen gereken bir şey daha var, Arch.” Archanger yüzünü döndü ve söylemesini bekledi. “iki Muhafız öldürüldü ve…” Archanger hemen sözünü kesti: “Kadimler’in haberi var mı?” Walcomir başını eğdi: “Toplanıyorlar.”

Archanger Destanı: İkinci Kısım (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin