Gözlerimi açtığımda karşımdaki koltukta beni izliyordu. İfadesiz bir biçimde öylece bakıyordu. Gözlerimi ovuşturup başımı kaldırdığımda parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim.
"Neden burada uyudun?" Başımı düz bir ses tonuyla konuşan Cameron'a çevirip bir süre süzdüm. Dün akşamkine göre iyi, ama yorgun görünüyordu.
Yerimde doğrulurken hissettiğim sırt ve boyun ağrısıyla inlediğimde hızla ayağa kalktı. "İyi misin?"
"Evet," dediğimde yerine tedirgince oturdu ve cevap beklemeye devam etti. Beni kendisinden soğutmaya mı çalışıyordu? Neden bu kadar umursamazdı ki?
"Bir gece bile olsun rahat uyumanı istediğim için. Zaten bugün buradan ayrılıyorum. Yük olmam merak etme," bu umursamaz tavırları gitmemi istemesinden dolayı olabilirdi. O da sıkılmıştır. Zaten ailesi 3 gün sonra buraya döneceklerdi.
Alaycı bir gülümseme yolladı ve "Yük olmak mı?"
"Artık eskisi gibi değilsin. Anlıyor musun? Eski Cameron bu kadar bencil ve umursamaz değildi. Bana nefretle değil, sevgiyle bakardı. Eski Cameron beni ne olursa olsun severdi. Ancak şimdi..." yutkunup nefesimi dertli bir biçimde sergilediğimde gözlerini çekti gözlerimden "...eski Cameron'ın gözlerinde bana bakarken bir ışıltı görürdüm. Ve sanırım o gözler artık..." söylemek istemiyordum. Ancak doğrular bunlarsa nasıl değiştirebilirdim ki? "...başkası için parıldıyor." Tek bir kelime dahi etmeden yerinden kalkıp bulunduğumuz odayı terk edince ellerimle yüzümü kapattım. Hayır Destiny. Ağlamamalısın.
Gözyaşlarımı geriye döndürmeye çalıştığımda bunda başarılı olamayacağımı anlayıp hırsla ayağa fırladım ve masadaki bardağı yere fırlattım. Büyük bir gürültüyle parçalara ayrılıp etrafa dağıldığında hızla en büyük parçayı elime aldım.
Kapıdan içeri telaşla giren Cameron'a döndüğümde gözlerini büyüterek ellerime baktı. Sıvının yere damlarkenki sesini duyduğumda elimdeki cam parçasını çok sıktığımı anlayıp biraz gevşettim. Kanıyordu. Ancak acımıyordu. Kalbimin acısı elimin acısını bastırmaya devam ediyordu. Uyuşmuştu kan kaybından. Hissetmiyordum bile. Bana doğru hızlı adımlar attığında "Dur!" diyerek sesimi yükselttim. Benden nefret ediyordu ancak hala akan her kanda deliye dönüyordu.
"Bırak şunu Destiny, lütfen."
"Neden bunu bize yapıyorsun? Nefret ettiğin halde nasıl hala önemsiyorsun? Bu oyundan bıktım anlıyor musun? Bugün gidiyorum. Bu evden ayrıldığım gibi hayatından da ayrılacağım. Bir daha ne yüzümü görecek, ne de adımı duyacaksın. Gideceğim buralardan merak etme. Kurtuluyorsun. Sevinsene!!" Sinirden çığlık attığımda elimdeki camı masaya fırlattım. Elim kandan neredeyse görünmüyordu.
Bana doğru tekrar adımladığında sağlam olan elimle onu durdurdum. "Kalbimi kendim sardığım gibi, yaramı da sararım. Bana sakın dokunma!"
"Destiny elini uzat!" Sesini yükselttiğinde korkup yerimden sıçramıştım. Bir süre sessizlik oldu. Elim acımaya başlamıştı ve kanamayı durdurmazsam iş ciddiye binebilirdi. Odadan nefret dolu gözlerle ayrıldım ve mutfağa girdim. Bulduğum ilk havluyla elime baskı uygulamaya başladım. Onu çözemiyordum. Ne yapmaya çalışıyordu? Beni önemsiyor muydu? Önemsemiyor muydu? Seviyor muydu? Sevmiyor muydu? Tek yaptığı kafamı karıştırmaktı. Ve ben bundan gram hoşlanmamıştım.
Kapıdan hızlı hızlı elinde ilk yardım kutusuyla geldiğinde başımı bile kaldırmadan elime baskı uygulamaya devam ettim. Acısı şimdi oluşuyordu ve dişlerimi zor sıkıyordum.
"Eğer yaran derinse dikiş atılması gerekebilir."
"İstemez," diyerek huzursuzca kıpırdanıp reddettiğimde nefesini hızla dışarı verdi ve önüme bir sandalye çekip oturdu. Havluyu hafifçe kaldırdığında acısıyla inledim. Tanrım! Hangi kafayla o cam parçasını elime almıştım ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Excellent | Cameron Dallas
Teen Fiction"Sen benim gökkuşağımsın. Ve eğer gökkuşağını seviyorsan, yağmura katlanmak zorundasın."