"Nash!"
Sinirli bir ses tonuyla seslendiğimde ne olduğunu anlamadan gözlerimin içine baktı.
"Destiny? Ne oldu?" Ayağa kalkıp bana doğru adımladığında durması için elimi havaya kaldırdım.
"Sen..." dudaklarımdan dökülen kelimeleri ben bile duyamamışken onun duyması tuhaftı.
Göz ucuyla baktığımda herkes bizi izliyordu. Garsonlar, müşteriler, kasiyer... Hatta az önce mutfaktan elinde kepçeyle çıkan aşçı bile.
Gaza gelip ayaklarımı yere sertçe vura vura hızlı adımlarla yanında bittiğimde göğsünden hızla geri ittirdim. "Benimle bir kuklaymışım gibi oynadın!" Geriye sendelediğinde durmak için masadan destek aldı. Ben bile bu kadar güce sahip olduğumu bilmiyordum.
Gözleri kocaman açıldı ve korkuyla baktı. "Sen neyden bahsediyorsun? Anlamıyorum..."
"Sen o'sun!!"
"Kimim?" Sorar gözlerle baktığında belki de o değildir diye düşünmüştüm. İçimde ki pişmanlık tohumları yeşermeye başlamıştı. Etraftaki insanlara gözlerimden ateş çıkarcasına teker teker bakıp haykırdım.
"İşinize dönsenize siz?!" Tekrar suratına baktığımda kolumu yakaladı. "Destiny, bak lütfen otur. Neyden bahsettiğini bilmiyorum."
Cümleleri o kadar inandırıcıydı ki gerçeklik payı olduğunu biliyordum. Ancak çoktan iş işten geçmişti bile. Herkese rezil olmuş ve dikkatleri çekmiştim. Geri dönüşü yoktu.
Kolumu kurtarıp kapıya ilerlediğimde arkamdan koştuğunu biliyordum. Her şeyi batırmıştım. Sürekli hata yapmaktan bıkmıştım. Yanlışlarla dolu bir okyanusta boğuluyordum. Ve ayağımdan tutan yalanlar beni daha da dibe sürüklüyordu.
Ağır kapıyı tüm gücümle ittirdim ve kendimi dışarı attım. Belki de evden çıkmasaydım bunlar başıma gelmeyecekti. Cameron beni kilitleyerek bana iyilik yapmıştı, ancak nefret gözlerimi kör etmişti.
"Destiny, beni bekle!"
"Peşimi bırak," derken hızlı adımlarım koşuşa dönüşmüştü. Sesim az öncekine göre daha zayıf çıkmıştı. Artık bunalmıştım. ''Arabaya bin, Destiny'' canım daralmışken bana emir vermesi kulaklarımdan duman çıkmasına neden olmuştu sanki.
''Demek şimdi de emir veriyorsun, huh?'' beni biraz süzdükten sonra saçlarını karıştırdı ve dudaklarından koca bir soluk çıktı. ''Sen iyi değilsin. Neler oluyor haberim bile yok. Neyin peşindesin?''
''Bunu sana sormak gerek,'' dedim bilmiş bir tavırla. Kollarımı göğsümün hizzasında birleştirip cevap vermesini bekledim. ''Lütfen, sadece arabaya bin. Sana cevap verebilmem için mevzuyu anlamama izin ver,'' başını yana yatırıp gözüne çarpan güneşle gözlerini kıstı. O suçsuzdu. Anlamıştım.
Başımı onaylarcasına sallayıp arabanın ön kapısını açtım ve bana burukça gülümseyen Nash'e dönüp binmesini bekledim. O da diğer kapıyı açtığında aynı anda arabaya bindik. Tam o sırada telefonum titremeye başladı.
Mesajdır diye ilk başta önemsemedim ancak durmadan titreyince birinin aradığını sonunda idrak ettim. Ekrana baktığımda Cameron olduğunu görünce açmakla açmamak arasında gidip geliyordum. Açarsam soru yağmuruna tutacak, açmazsam da bana ulaşmak için durmayacaktı. Yapmamam gerekeni yapıp açtım ve telefonu kulağıma götürdüm.
''Tanrım, çok şükür! Açmayacağını sanıyordum.''
''Bende,'' dedim düz bir ses tonuyla. ''Neredesin? Seni almaya geleceğim,'' bir kaç saatliğine bile olsa ondan uzakta olmak istiyordum.
''Nas-'' kendimi ele veremezdim. Boğazımı temizleyip ''Kapatmam gerek,'' dediğimde tam bir şeyler diyordu ki telefonu çoktan kapatmıştım bile. Kırılacağını biliyordum. Ancak zorundaydım. O mutlu olmayı hak ediyordu. Ve ben hayatındayken asla olamayacaktı. Belki de yollarımız ayrılırsa ikimiz de hayatlarımıza yeni birini alabilirdik. Biz birbirimiz için yaratılmamıştık. Hem platoniğin bana ihtiyacı vardı. Onun için buna son vermeliydim. Telefonumu tamamen kapatıp aramaları önledim. İki tarafında dinlenmeye ihtiyacı vardı.
Araba çalıştığında başımı cama yasladım. Rahat bir nefes alabilmek çok güzeldi. Kimseyi üzmeyeceğini bilmek...
''Şimdi bana her şeyi anlatabilirsin. Neden ani bir çıkışta bulundun?'' Ah, bir de bu vardı değil mi? Bir kez olsun şu düşüncelerden kurtulmak istiyordum. ''Boşver, önemli bir şey değil.''
''Gözlerinden ateşler çıkıyordu, Des. Buna inanacağımı mı sandın?'' Tanrım, lütfen yardım et. Kurtulmak istiyorum!
Tam dudaklarımı aralayıp konuyu değiştirecektim ki ikimizin de dikkati Nash'in çalan telefonuna gitti.
Keşke başka bir şey dileseydim.
Tam o sırada gözlerim ekrandaki yazıya ilişti. Cameron? Lanet olsun! Anlamıştı.
''Açma,'' diye uyardığımda telefonu eline alıp bir ekrana bir de yalvarır gözlerime baktı. ''Lütfen. Açma,'' yutkunduğumda çoktan telefonu açmıştı bile.
''Merhaba dostum!'' karşı tarafı bir süre dinledikten sonra bana bakarak konuşmaya başladı. ''Destiny mi? Hayır görmedim. Bizimkilerle takılıyorduk. Haberim yok,'' başını tekrar yola çevirdiğinde içimden ettiğim beddualar silinip teşekküre dönüştü. ''Yoksa kayıp mı?'' başını sallayıp rahatsız bir biçimde kıpırdandı. Yalan söylemeyi sevmiyordu anlaşılan ''Pekala, haber alırsam seni ararım,'' deyip telefonu kapattığında ''Teşekkürler,'' deyip tuttuğum nefesi dışarı verdim. En azından konu değişmişti. Hiçbir şey anlatmak zorunda değildim.
BÖLÜM SONU
Selam millet! Farkındayım bölüm kısa oldu çünkü hastayım.
Ancak akşama iyi olursam 2-3 bölüme bilinmeyeni açıklayacağım.
Vote & Yorumu unutmayın halsiz halsiz yazdım bakın <3
Neyse görüşmek üzere
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Excellent | Cameron Dallas
Teen Fiction"Sen benim gökkuşağımsın. Ve eğer gökkuşağını seviyorsan, yağmura katlanmak zorundasın."